BİR KİTAP / Yanık Saraylar
Dil ve üslup, temalar, işlenen temanın etrafında örülen metaforlar bakımından çok başarılı bulduğum Yanık Saraylar, 1965 yılında yayımlandığında çeşitli tartışmalara konu olmuş, yılın edebiyat olayı sayılmış. O yıllardan günümüze dek uzanan uzun soluklu bir dil ve anlatımı yakalamayı başaran Sevim Burak’ı anlamak için belki de biyografisine bakmakta yarar var. Yazar, Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç etmiş bir Yahudi olan Marie Mandil ile Mehmet Burak adlı bir gemi kaptanının kızıdır. Yahudi toplumunun arasında yaşayan Burak’ın hayatından metinlerine pek çok izin yansıdığını görürüz. Kitap 6 hikâyeden oluşmaktadır. Yazar kendince bir dil bilgisi anlayışı geliştirmiş gibidir. Ve yalnızlık, ölüm, korku, endişe, dışlanma gibi duyguları farklı teknikler deneyerek hissettirmeye çalışmış, yer yer sürrealist denemeler yapmıştır. Öykülerindeki sessiz çığlık ve sesini duyurmaya çalışan kadınların hayata olan itirazı işitilmeyecek gibi değildir.
BİR TABLO / Buğday Tarlası ve Kargalar
Van Gogh’un intiharı öncesi yaptığı son tablo ve psikolojisini en net biçimde anlatan eseridir. Tablosuna düştüğü not teselliye mahal bırakmayacak cinstendir: ‘’Sıkıntılı gökyüzünün altında uçsuz bucaksız buğday tarlaları uzanıyor ve bu, tüm mutsuzluğumu ve sonsuz yalnızlığımı dile getirmeme yetiyor.” Tablo, hem kendi hayatının hem de bir sanat akımının son eseri olması bakımından oldukça asil bir veda niteliğindedir. Rüzgârdan sağa sola yatan küçük başaklı buğdaylar, üstlerinde bir şeyler aranan kargalar... sanki bitmeyecek kadar büyük gözükür. Yine de Buğday Tarlası ve Kargalar’da bu tür arayışlar içine girmektense gerçekten harcanan vakte değecek şekilde bu sıra dışı tablonun içeriğini incelemek ve takdir etmek daha doğru olacaktır. Elle tutulamayan sırlar eğer var iseler, bizim ötemizdeki dünyalarında var olmaya devam edeceklerdir, tıpkı kargalar gibi.
BİR FİLM / Lütfen Beni Öldürme
Bir insan kendisinin roman kahramanı olduğunu ve yakında kurgu gereği öldürüleceğini anlarsa ne olur? Yönetmenliğini Marc Forster’ın üstlendiği Stranger Than Fiction filmi Amerikan kültürünün izlerini taşıyan bir üslup ve sosyokültürel yapı sergiler. Daha açılış sekansından itibaren devasa kozmik evrenin karşısında küçücük bir figür olan insanın öyküsü bu zıtlıklarıyla hissettirilir. Ve filme bizi dâhil eden hayalet kameranın bakış açısından sonra odaya girdiğimizde anlatıcının sesini duyarız. Sanatın karşısına yaşamın konduğu ve her şeye rağmen yaşamın kazandığı filmde yazar da hayatla ve kendisiyle barışarak dönüşüm yaşayan bir film karakteridir. Film şu soruyu sordurtuyor bizlere: kendi hayatlarımızın başrolündeyiz ancak ölümümüzü anlamlı kılmak için ne yapıyoruz?
HAYATIMIN TARZI MI?
HİLAL KOÇ HANCI
O
smanlı’nın son dönem yazarlarından Ömer Seyfettin, tarihimizde kırılma noktası olan pek çok olaya tanıklık etmiş hem dünya genelinde hem de ülkemizde yaşanan değişimlerden hissesine düşeni alıp okurlarıyla buluşturmuştur. Onun bazı eserlerinde ele aldığı mazi ve gelecek arasındaki zıtlıklar, Doğu ve Batı karşılaşması sadece yaşadığı döneme ait sorunlar olmaktan oldukça uzaktır. Bahar ve Kelebekler hikâyesinde bir büyükanne ile onun torununun torunu olan genç kız arasında geçen diyalog bugün dahi yaşadığımız coğrafyada var olan hem medeniyet hem de geçmiş-gelecek nesil zıtlıklarına örnek olacak nevidendir.
“Şimdi siz Frenk mürebbiyeler elinde büyüyor, kendi lisanınızın güzelliklerini tanımıyor; başka memleketlerin, başka şeylerini öğreniyorsunuz. Onlara benzemek istedikçe kendi benliğinizden uzaklaşıyor, etrafınızdan nefret ediyor, hakikaten sevinç ve saadetten mahrum kalıyorsunuz… Frenklik bir veba gibi içimize girmiş, eşyamızı, esvaplarımızı, evlerimizi değiştirirken ruhlarımızı da değiştirmişti. Her şey yalan, her şey sahte, her şey taklit oldu. Ananelerimiz öldü. Saadet uzak bir hayale, yetişilmez bir hülyaya inkılap etti… Âdetlerimizle beraber sevinçlerimiz de söndü. Şimdi şaşkın ve mustarip bir nesil…”
Osmanlı’nın son dönemlerinde Tanzimat ile başlayan değişim hareketi, Cumhuriyet’in ilanından sonra yapılan düzenlemeler ile devam eder. Sanayi, ticaret, tarım, ekonomi, eğitim alanlarındaki sorunları çözmek ve ilerleme sağlamak amacıyla yapılan düzenlemelerde Batı’nın uygulamaları örnek alınır. Batılılaşma ve modernleşme hareketleri sadece Batı’nın ileri teknik, araç ve imkânlarına ulaşmakla sınırlı kalmaz. Çünkü kültürel değişim bir bütündür ve maddi unsurlarla birlikte manevi unsurlarda da değişim gerçekleşir. Hatta ideolojik ve manevi değişim, topluma teknik ve bilimsel değişimden daha hızlı etki eder. Bu sosyolojik olgu toplumumuzun sosyal değişim sürecinde de yaşanır ve sosyal hayattaki yenilikler, teknik ilerlemelerden daha önce görünürlük kazanır. Bu noktada son iki yüz yıldır devam eden toplumsal değişimin kültürel yozlaşmaya dönüştüğü, inancımızla, kültürümüzle, gelenek ve göreneklerimizle aramızdaki bağı zayıflattığı düşünüldüğünden birçok eleştiriyi de beraberinde getirir.