Hayat Kaçkını

Onlar henüz yolun başındaydılar, benimse hâlâ bir yolum yoktu. Ceketimi alıp çıktım. Yolu olmayan insan yürümez. Yürüyemez. Ne yapmalı? Oturmalı, yatmalı, sürünmeli ya da koşmalı. Koştum. Yolları, kime aitse onlara bıraktım. Nereye koşmalı? Dağlara koştum. Vadilere, ovalara, bayırlara, kırlara koştum. Yoruluncaya kadar, nefesim kesilinceye, mecalim tükeninceye kadar koştum. Koştum, düştüm, koştum, düştüm. Düştüm, düştüm, düştüm… Nihayet yoruldum ve durdum. Güneş batmaya karar verdiğinde bir vadiye amaçsızca bırakılmış bir bankın üzerine oturdum. Hayat Dede geldi yanıma. Evlat, dedi, madem yolunu yolsuz yürümek istersin, yolun açık olsun. Yol bilmesen de yordam bilesin, vazgeçme ki yurdunu bulasın, dedi ve gitti.

Hayat Dede, bizim köyün bilginidir. Köyün genç erkekleri on beş yaşına geldiklerinde ona teslim edilir. Eti senin kemiği benim, denir. Gençler on sekiz yaşına girene kadar Hayat Dede onları evirir, çevirir, düşürür, pişirir. Her birine yolunu buldurur ve yolcu eder. Bizim köyde gençler hayatını böyle kurar. Yıllar var ki bir ben yolumu bulamadım, hayatımı kuramadım, bir dala konamadım.

On beş sene oldu Hayat Dede’nin evine gireli, gelen gitti, gençler değişti, yıllar geçti, yollar tükendi, ben kaldım. Aslında Hayat Dede ne dediyse yaptım. Kırmadığım odun, taşımadığım su, sökmediğim kök, çıkmadığım dağ, girmediğim mağara kalmadı. Ateşlerde yüzdüm, sularda yandım, çamurlarla yıkandım, mâh ile uyandım, şems ile uyudum. Ama uyamadım herkese. Herkese uyup yolumu bulamadım. Hayata atanamadım.

Hayat Dede’nin sağı solu belli olmazdı. Bazen saçlarımızı okşar, bazen ağzımızı burnumuzu dağıtırdı. Bazen aç bırakır bazen ziyafet sofrası kurardı. Bazen canımız çıkana kadar çalıştırır bazen günlerce yatırırdı. Onun evinde gülmek, oynamak, koşmak, düşlemek, düşünmek, söz hakkı verilmedikçe konuşmak yasaktı. Bana uymuyordu bu kurallar, ben de kurallara uymuyordum. O sebepten Hayat Dede’nin evinden mezun olamadım. O sebepten bulamadım yolumu. Bulsam da Hayat Dede oturdu bulduğum bütün yolların üstüne. Hem de hiç kalkmamak üzere oturdu.

Sonunda dayanamadım kaçtım. Yolsuz her yer benimdi artık. Doya doya gülecek doya doya konuşacak doya doya hayaller kuracaktım. Yıldızlara bakacaktım. Hayat Dede baktırmazdı. Yıldızlara bakanın ayağı yere değmez, ayağı yere değmeyenin yolu olmaz, derdi. Şimdi uçsuz bucaksız gökyüzü benimdi. Yıldızlara baka baka koşarken bir akarsuyun içine düşüp kafamı bir kayaya çarpınca Hayat Dede’nin sesini duydum. İncelsin diye kafamı duvarlara vurduğu bir gün söylediği sözler yankılandı kulağımda. Bağıra bağıra; delilik etme gözüm, giy şu mutsuzluk libasını. Çök yerle gök arasına, bin parçaya dağıl. Gir umudu saklayan dağların altına ezil! Kemiklerin parçalayana kadar kalbini. Kurtulmak, karaya çıkmak senin harcın değil. Boğul! Her bir zerren unutuncaya kadar yıldızları. Ve bir yanıp bir sönen yıldızlarda eriyinceye kadar yüreğinin yalandan ürettiği umut, boğul, diyordu. Ağzıma dolan suları öfkeyle tükürdüm. Boğulmayacağım! Ezilmeyeceğim! Parçalanmayacağım, diye bağıra bağıra koşmaya devam ettim. Koştukça yoruldum, yoruldukça dinlendim. Dinlendikçe koştum.

Bu koşuş yıllar sürdü ama ziyanı yoktu. Yön benim, adımlar benim, ruh benim, zihin benim, yer benim, gök benimdi. Kendimi ait hissedeceğim bir yer bulana kadar, kendi hayatımı kendim kurana kadar koşmak niyetindeydim. Dağlar, ovalar, çöller, okyanuslar aştım. Çıktım sandığım yerleri indim, indim sandığım yerleri çıktım. Düştüm sandığımda kalktım, kalktım sandığımda düştüm. Ne yılanlarla ne çıyanlarla ne aslanlar ne kurtlar ne çakallarla savaştım. Ayağıma batan dikenleri dişlerimle ayıkladım, yaralarımı tuzlu denizlerde yıkadım. Hayat Dede’ye inat vazgeçmeden devam ettim koşmaya lakin yıllarca kendime bir diyar bulamadım.

Nihayet yıllar sonra bir gece vardığım bir dağ başında konaklamaya niyet ettim. Tüm yıldızlar sanki o dağın başında toplanmış dans ediyorlardı. En ılık rüzgârlar orada esiyordu. En güzel çiçeklerin rayihası oradaydı. Ağaçlar dostça kucaklıyor, sırtımı okşuyordu sanki. Burası benim vatanımdı. Tüm hücrelerimle bunu hissediyordum. Mest olmuş bir hâlde yürürken ayağım bir taşa takıldı ve düştüm. Düşünce o taşın bir mezar taşı olduğunu fark ettim ve dikkatlice baktığımda etrafımda onlarca mezar olduğunu gördüm. Ama yine de gitmek istemedim. Ölüler beni dışlamaz, şuracığa kurarım yuvamı diye düşündüm.

Sırtüstü uzandım toprağın üstüne. Sabaha kadar yıldızları seyrettim. Gözlerim artık iyi görmediği için yıldızlar eskisi gibi göz kırpıyorlar mı bilmiyordum ama yine de eşsiz hisler yaşatıyorlar, sonsuz hayaller kurduruyorlardı bana. Sabaha doğru uyuyakalmışım. Uyandığımda güneş bir mızrak boyu yükselmiş, ışıklarını gözlerimden içeri girmeye zorluyordu. Doğrulup oturdum. Derince bir nefes alarak yurdumun havasını ciğerlerimle tanıştırdım. Ayağa kalkıp etrafıma bakındım. “Hayat Kaçakları” yazan bir tabela vardı. Şaşkın şaşkın tebessüm ettim. Dirilerle ortak bir bağ kuramamış olsam da bu ölülerle ortak bir yanımız vardı. Neticede ben de bir hayat kaçkınıydım.