Mevsimsiz, Kültürlerarası, Politik; Muz Ağacının Çığlıkları

Döngü devam eder, doğuran ölür, doğan büyür.

Çocukluk yıllarımızın “doya doya” yemeyi arzuladığımız o en değerli meyvesi. Altın sarısı, altın gibi kıymetli. Sınıflar arasının sarı sınırı. Ulaşılmaz, uzak ve pahalı. Hastane ziyaretlerinin hediyesi ya da özel gecelerde kurulan hususi sofraların başmisafiri. Yerli Malı Haftası’nın yerlisi. Tabii bugün muz için böylesi bir uzaklıktan söz etmek pek mümkün değil. Aramızdaki mesafe kapandı. Daha yakın artık bize, daha sık görüşüyoruz şimdilerde. Baskın kokusu/keskin aromasıyla dâhil olduğu her şeyi güzelleştiriyor mesela ve varlığı statü sembolü olmaktan çıksa da arzu nesnesi olmaya devam ediyor hâlâ.

Ortak bir damak zevkine hitap eden tadı, yetiştirmekteki kolaylığı, ekonomik değeri sebebiyle yaygın bir kültürel dolaşım ağına sahip oluşu ve rahat ulaşılabilirliğiyle; dünyanın aynı paydada buluştuğu, birçok farklı kültürün benimsediği, girdiği her coğrafyada kalıcı izler bırakan yerleşik bir besin kaynağının hikâyesini konuşuyoruz burada aslında; muzun hikâyesini. Bahse konu bütün bu hususiyetleriyle birlikte omuzlarına takılan o dünyanın ortak meyvesi unvanının anlamına da ulaştırıyor bu hikâye bizi. Kolektif gastronomik hafızanın tatlı meyvesi namıyla anılan, zahmetsizce soyulan kabuğunun altındaki tatlı sarı etiyle her sofrada yer bulan, kültürlerarası, mevsimsiz, genel kabul görmüş evrensel bir meyveden bahsettiğimizde, nihayetinde hikâyesinin ardındaki o uzun tarihsel yolculuğu dışarda bırakarak konuşmak çok anlamlı olmayacaktır. Keşfedilmesinden kültüre alınmasına, türlerinin ayırt edilmesinden bugün dalından koparıldıktan sonra pişirmeden doğrudan yenen klasik sarı renkli çeşidinin bulunmasına kadar geçen, acıdan tatlıya doğru evrilmiş bir serüven bu. Muz bitkisinin, meyvesini tatlı bir yemiş hâline getiren 7 bin yıllık kültürel yolculuğundaki duraklar, Güneydoğu Asya’dan Pasifik Adaları’na, Kuzey Afrika ve Antik Roma’ya kadar uzanıyor. Uzun bir yoldan, geniş bir hattan, uzak-yakın coğrafyalardan geçerek yerini bulmaya azmetmiş sanki. Ulaştığı hiçbir yer’i yadırgamadan üstelik.

Muz, “Musa acuminata”nın meyvesidir. Kabuğunda komedi, endüstrisinde acı, dış görünüşünde arzu, etinde bal. Her coğrafyanın yerlisi, dört mevsimin çiçeği, çocukluk sevinci, yoksul bifteği, Hint inciri. Kolesterolsüz cennet ikramı. Her hâliyle insanoğluna bahşedilmiş; doyurucu, enerji verici, besleyici bir vitamin deposu. Yemesi, soyması, saklanması, ulaşması kolay. Çekirdeği etinde saklı, tadı ballı, besin değeri yüksek. Büyük İskender’in MÖ 323’teki Asya seferi sonrasında Avrupa’ya taşıdığı, rengi, lezzeti ve kokusuyla ikonlaşan muzun klasik sofralık sarı türünün tarihinin o kadar eski olmadığını biliyoruz. Jean François Paujot adlı, tropikal bitkilere meraklı bir Jamaikalının, pişirilerek yenebilen mavi muzun üretimini yaptığı sırada bahçesinde tesadüfen rastladığı sarı renkli yeni bir türü keşfetmesiyle (1836) birlikte insanlık tarihine dâhil olmuş bir meyvedir aslında. İhtimal ki güzel bir yanlışlık (mutasyon) neticesinde hayat bulmuştur yani. Antalya’ya 1870’te İskenderiye’den süs bitkisi olarak getirildikten epey sonra -ithal muzun yaygınlığı sebebiyle- üretimine başlanması, Türkiye’deki hikâyesini de bir hayli geciktirse de bugün güneyin tescilli incisi olmayı başardığını söyleyebiliriz.

Muz Cumhuriyetleri ve Diğer Meseleler

Hikâye böyle başlayacaktı. Evet, 1870 yılında Boston Limanı’na yanaşan bir geminin içinde Amerikalıların ilk kez tadacağı bir lezzet vardı. Beklenildiği gibi balık kasalarıyla değil, hevenkler (salkım) hâlindeki sarı muzlarla yüklü bu gemi, tarihin akışını çok sert bir şekilde değiştirecekti. Jamaika’dan getirilen ve büyük talep gören muzların ekonomik değeri, United Fruit Company’nin (UFC-Birleşik Meyve Şirketi) doğuşunu haber veriyordu. Artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı bir dönemi başlatan muz endüstrisinin gelişimi, Birleşik Devletler’in Latin Amerika’ya müdahalelerinin arkasındaki asıl sebep olarak gerekçeli kararını yazdırmıştı bile. Muz ticaretinde tekel hâline gelen, Orta Amerika’daki yerel halkın ahtapot lakabını taktığı Amerikalı şirket (UFC), kurduğu pazarın güvenliği için Kolombiya, Honduras ve Guatemala gibi ülkelerde, diktatörlük, rüşvet, istikrarsızlık, askerî darbe gibi en karanlık seçenekleri kullanarak hâkimiyet tesis etmeye çalışacaktı bundan sonra. Arkasında büyük acılar, devasa hasarlar bırakacak bir sömürü düzeni kuran United Fruit Company, muz plantasyonlarında kölelik şartlarıyla çalıştırdığı işçilerin isyanlarına kan ve barutla karşılık veriyordu.