BİR FİLM
Baba (The Father)
Anthony Hopkins’e en iyi erkek oyuncu ödülü kazandırmasının yanı sıra en iyi uyarlama senaryo dalında ödüle değer görülen ve pek çok festivalde ödüller alan filmde, alzaymır tanılı 80 yaşındaki bir baba ile kızı arasındaki, bellek kayıpları ile giderek içinden çıkılması zorlaşan ilişkiyi izliyoruz. Tek mekânda çekilen filmi benzerlerinden ayıran en önemli özelliği hikâyenin alzaymırlı zihnin bakış açısından anlatılıyor olması. Bu sayede yıkımın korkutuculuğunu ve bellek boşlukları nedeniyle aynı evin içinde birbirinden bağımsız birden fazla atmosferi yaşayan, hayatına sonradan dâhil olan bakıcıyla ilgili bilgileri belleğine kaydedemeyen, hastalığını kabule direnç gösteren ve son sahneyle birlikte artık bir çocuktan farksız zihniyle kabulleniş ve teslimiyet sürecine giren babayı, birinci tekil kişi gözünden izlediğimiz hissine kapılıyoruz. Bir bellek sahibi olunmadığında ortadan kalkan birinci tekil şahsın, trajik bir şekilde üçüncü tekile dönüşünü anlatan son sahne ayrıca dikkate değer.
BİR RESİM
Bayram Sabahı
Kırgızistan’ın çağdaş ressamlarından olan Asmat’ın tabloları ile ArtAnkara 8. Uluslararası Çağdaş Sanat Fuarı’nda, kendisi de Kırgızistanlı bir ressam ve ayrıca psikiyatr olan Yıldız Oruzbaeva’nın sergi alanında tanıştım. Edinebildiğim birkaç tablosundan birisi olan Bayram Sabahı’nda, varlıklı Kırgız bir ailenin bayram namazı sonrasında develeri üzerinde yakınları ile bayramlaşmak üzere gezmeye çıkmaları konu edilmiş. Ankara ve Bişkek arasında düzenli gidiş gelişleri olan ve eşiyle birlikte kendi resimlerinin yanı sıra diğer çağdaş Kırgız sanatçıların eserlerini Türk sanatseverlerle buluşturan Yıldız Hanım sayesinde, Asmat’ın kendi ülkesinde büyük teveccüh gören bir sanatçı olduğunu öğrenebildim. Merak edenler karı-kocayı Ankara’nın Sokullu semtindeki ev atölyelerinde ziyaret ederek Asmat’ın diğer resimlerini ve tüm eserleri görebilirler.
BİR KİTAP
Toplu Öyküler-I
Kitap 1950’lerin ikinci yarısında yazılmış öykülerdeki Türkçe kullanımının ustalığı ve diriliğinin, dilin eskimeyişinin müellifin özeniyle nasıl da ilgili olduğunu hatırlatıyor. Nezihe Meriç’in öykü atmosferi oluşturma, kısa öykü metni içinde okuma temposunu düşürmeyen kurgu becerisi, öykü yazma istek ve gayreti taşıyanlar için okul niteliğinde. Kitap kısa öykü türünde verilmiş eserleri irdelerken neyi yitirdiğimizin ve bir öyküde neyi/neleri aramamız gerektiğinin âdeta bir reçetesini sunuyor diyebiliriz. 50’ler Türkiye’sinde toplumsal panorama ve toplumun, bireyin psikolojisini biçimlendirme gücünü çok isabetle anlatan Nezihe Meriç, bizimle ilgili bazı hiç değişmeyenlerin hikâyesini yıllar öncesinden tertemiz, özenli ve tazeliğini koruyan bir dille kaleme almış.