Veladet

Kadının elinde bir patates çuvalı, rengi kırmızı ve üzerinde köpükler. Üzerinde suç lekeleri gibi beliren o beyaz köpükler. Çaresiz bir elin tuttuğu, çaresiz bir bedene değmiş ve az sonra tekrar değecek olan kırmızı patates çuvalı ve köpükler. Bir gözyaşı değecek onlara sudan önce, bir sessiz çığlık dokunacak. Sönüp gidecekler.

Hemşire, kapının önüne çıktığında kat boştu. Pencereye kadar yürüyüp küpeşteye tutundu. Şehir her zamanki şehirdi. Işıklar göz alıcı, trafik oldukça kalabalık. Hayat kaostan ibaret ama seviyorlar bunu, hayat bittiğinden bihaber. İnsanlar yoğun, insanlar hep yoğun, ellerini başlarına götürecek vakitleri yok. Ellerini başlarına bir götürseler zaten, alsalar ikisi arasına onu, bir dursalar, düşünseler görecekler. Görmek rahatsızlık verecek. Yapamazlar bu yüzden bunu, gözlerini kendi içlerine bile çevirmezler. Işıklardadır gözleri, sonsuzluğa meydan okur gibi dikilmiş gökdelenlerdedir. Elli sekizinci kata kadar çıkarken zorlanmazlar. Yükselmekten korkmazlar. İçeride soluk alıp verenlerden habersizlerdir muhakkak. Bu kent, herkesi sığdırır içine ama az önce gördüğü anne ile kızı sığdıramaz. Bu kentin kucağına sığdıramadığı kız, annesinin kucağına sığar bir aya kalmaz. Çünkü hayat. Çünkü tüketir. Çünkü bir anne çaresizse çuvaldan çare üretir.

Gözün gördüğünü silemezsin. Gözün gördüğü kalbe batar bazen. Ok olur, süngü olur, iğne olur batar bazen. Hemşire, kafasını kaldırıp tekrar dışarı baktı. Işıklar yanıyordu hâlâ. Gökdelenler fasulye sırığı gibi gecenin karanlığına doğru yükseliyordu. İçkili partiler veriliyordu kiminde. Kiminde şirket, içine düştüğü durumdan kurtarılmaya çalışılıyordu. Gece bile büsbütün saramıyordu bu şehri. Geceyi dahi alt etmekte mahirdiler. Bir tek hastane sessizdi. Koridorlarda birkaç hasta yakını, odalarda birkaç yenik düşmüş beden vardı. Yarın kemoterapi alacak olanlar için sabah, gelmesi hiç istenmeyen bir misafirdi. Banyolar, son kalan saçlarının uğrak yeri. Anneler için evlatlarını yıkamak, ağlamalarını meşrulaştıran tek eylem. Suya karışınca gider her şeyin izi.

Hiçbir şey olmamış gibi tekrar içeri girdi. Nasıl olduğunu sordu genç kıza. Duş aldığını, biraz rahatladığını söyledi genç kız. Hemşire, sırasıyla kontrollerini yapıp değerlerini not ederken sohbete devam ettiler.

“Kitap okumayı sever misin?”

“Severim. Neden?”

“Kitaplığımı boşaltacağım yakın zamanda. İstersen sana da birkaç kitap getirebilirim, üzerine konuşuruz belki.”

Gülümsediğini gördü kızın. Yarın sabah tekrar gelip kontrolleri yapacağını söyledikten sonra iyi geceler dileyip odadan çıktı. Banyoyu toparlayan anneye takıldı çıkarken gözü. Kadın, elinde duran çuvalı bir suç aletini saklar gibi hızlıca arkasına götürdü. Yarısından azı kalmış kalıp sabun şimdi alenen ortadaydı.

Sabahın aydınlık yüzü pencerelerden içeri dolarken hemşire, nöbetini devredip hastaneden çıktı. Yorgundu. Otobüs durağında beklerken başka şeyler düşünmeye çalıştı, mesela buzdolabında neler olduğunu. Geçen hafta yaptığı fırın köfteden kalma biraz kaşar peyniri vardı. Sebzeliğin dibinde birkaç biber ve domates de kalmış olmalıydı. En iyisi bunlardan bir harç yapıp ekmekleri fırına vermek, dedi. Onlar kızarırken kendisi de evi havalandırır, bir duş alır, sonra da çamaşırları makineye atardı. Evet, böyle olmalıydı. Bazı şeyler zamanın olağan akışı içinde, olanca sıradanlığı ile kalmalıydı.

Evdeki hesabın çarşıya uymadığı olsa da çarşıda yapılan hesaplar genelde eve uyardı. Hemşire fırınlanmış ekmeklerini yerken bir yandan da düşünüyordu: Şimdi zamanı mıydı? Sonra tekrar kendi cevaplıyordu: Şimdi değilse ne zamandı? Ara ara gaza gelip gümbürdeyen çamaşır makinesi tartışmayı sekteye uğratsa da kararını vermişti. Öyle ya, en iyi kararlar kahvaltı yaparken verilirdi. Çayını balkonda içti. Balkonu da karşı komşunun balkonunu görüyordu gerçi. Bu şehir, manzarasını bile kime gösterip kimden esirgeyeceğini iyi bilirdi.

Tezgâhtaki bulaşıkların makineye dizilmesi, ocağın silinmesi, sarı bezin önce ortadan ikiye sonra tekrar ikiye katlanıp serilmesi ve kapanış. Bu tamamlanmışlık hissi bile insana huzur verir çoğu zaman. Bir şeyler hâlâ yolundaymış gibi gelir. Salondaki kitaplıktan beyaz bir kâğıt alıp yemek masasına geçti. Sağ köşeye bugünün tarihini attı. Büyükşehirden küçük şehre neden tayin istediğini bildiren bir sebep, arz ederim, imza. Ardından tekrar kitaplığa dönüp sevdiği öykü ve romanlarla birlikte birkaç şiir kitabı seçti. Yanına da deri kaplı bir defter ve dolma kalem ekleyip hepsini bir kutuya koydu. Çamaşırları sermeden odasına gidip uyudu.