Bitcoin Damat

O öyle her şeye bir çırpıda hem de tonlama yaparak “evet” demezdi. Zaten bir şeyi çabuk kabullenen biri de değildi. Herkesin onayladığı bir şeyi onaylamakta zorlanırdı. Sanki onların kuyruğuna takılıyormuş gibi bir his içerisine girerdi. Şimdi tıklım tıklım dolu nikâh salonunda iki dakika evvel nikâh memurunun “Sen Dilaver Körmakas, damat olarak, Ferruh ve Naime kızı Handan’ı eş olarak kabul ediyor musun?” sorusuna var gücüyle yüklenerek “Evet!” demekte hiç tereddüt göstermemişti. Hâlbuki müstakbel eşi çok naif bir teslimiyet edası içerisindeydi. Nikâh memurunun “Sen Handan Zorlukış, Nevzat ve Perihan oğlu Dilaver’i eşliğe kabul ediyor musun?” sorusuna nasıl da mahcup ve alt perdeden “Evet.” diye cevap vermişti. Evetler tazelendi, sözler verildi, gelin hanım damat beyin ayağına şaşılacak biçimde kavice bastı. Damat Dilaver Körmakas, eşinin elinden onu sanki dansa kaldırıyormuş gibi nazik bir eğilişle tutup kaldırdı. Duvağını açıp gelini alnından öptü. Bir müddet karşılıklı iki pencere gibi birbirlerine baktılar. Damat Dilaver’in duygularını anlatmaya kelimeler yetmiyor gibiydi. Bir müddet sonra ona bir dostu ya da ahbabı “Yahu Dilaver, o ne susuştu öyle! O an aklından geçenleri şimdi bana soğukkanlılıkla anlatır mısın?” diye sorsa onu kırmaz ve o sükût hâlini şöyle anlatırdı: “An içinde kalbimi kalbine düğümlediğim eşime içimden şunları söyledim: Ömrümün sabahına uyanmış gibiyim. Bir ay parçası konmuş sanki bakışlarımın dallarına. Bir yere yürümemiz gerekiyor da yürüyecek ilk adımı hangi yöne çevirsem de atsam diye duraksıyorum. Bu arada duraksamak kelimesinin -durmak ve aksamak- izdivacından doğduğunu fısıldıyor hiç tanımadığım bir ses. Benimle beraber eşim de duraksıyor. Zamanın kontrolü altındayız. Bu kadını eş olarak benim koluma takan kaderimin mutlaka bir bildiği olmalı. Bak o da susuyor. Hem kaderim hem eşim birlikte susuyorlar. Benim sükûtum karşı dağlara ulaşıyorsa onlarınki okyanus ötesine kadar gidiyor. Ey gözlerime sığmayan mutluluk, bana bir cümle bahşet! Göze sığmayan hiç söze sığar mı? Benimkisi nafile bir çırpınış. Mutluluktan çırpınıyorum!”

Takılar takıldı. Bir sürü tebrik mesajı yağdı sağdan soldan. Akrabalar ikiye katlandı. Gelin ve damat ısmarlama gülücükler fırlattılar dört bir yana. Kız tarafının yüzünde bir türlü baş edemedikleri anlamsız bir öfke. Üzülmesi gerekirken sinirlenmek zorunda kalan bir çehrenin dramı var gibi üstlerinde. Damadın büyük amcası fotoğraf çekilirken çürük dişini dudakları arasında saklamak için bir hayli çaba sarf ediyor. Kız babası, eli arkasında salonu baştan aşağı bilmem kaçıncı kez adımlayıp duruyor. Damadın babası acelesi olup kuyruğa giremeyen eş dostun takı paralarını istifleyip tomar yapmakla meşgul. Yaka cebinde sadece bugün için bir kereliğine taktığı belli olan ipek kırmızı mendil sırıtıp duruyor. Oğlanın ablası gelip gidip kardeşinin kalkan yakasını, buruşan gömleğini düzeltiyor. Her yanına gelişinde ona “Var ya acayip şıksın, etrafı yakıyorsun Dilaver.” demeyi ihmal etmiyor. Dilaver o kadar yorgun ve şaşkın ki sözdeki mecazı fark etmeyip gerçekten bir tarafları yaktığını sanıp telaşa kapılıyor. Kız babası salonun en ucunda bir direğe sırtını vermiş tavana bakıyor. Onu bu hâlde gören bir yakını yanına gidip elini omuzuna koyarak teselli etmeye çalışıyor. “Herkes bu kapıdan geçiyor Ferruh Efendi.” diyor. Yüzünü ekşitiyor kız babası Ferruh Bey. “Beni kendi hâlime bırakın. Bugün bir şey söylemeyin bana kalbinizi kırarım.” diye karşılık veriyor. Dinlemiyor adam “Ben gül gibi kızımı verdim yaban ellere, sen ne diyorsun kardeşim!” diye parlıyor. Ferruh Efendi’nin gözlerindeki öfke alev alev. Arkasını dönüp gidiyor adam. Ferruh Bey olduğu yere çömelip kalıyor.

Hiçbir uyarı, sinyal, zil veya gong olmaksızın düğün bitti, düğün sahipleri ve davetliler geldikleri arabalara doluşarak gelini damat evine teslim etmek için yola koyuldular. Maçlarda olanlara benzeyen aralıksız korna sesleri arasında kalabalığı yararak gözden kayboldular. Beş çocuktan her biri gelin arabasından atılan zarfın içindeki paranın kendisinin olduğunu söyleyerek yüksek sesle birbirlerine söverek kavga ediyorlar. “Çok ayıp!” diyor o an yoldan geçmekte olan kalın çerçeveli gözlüklü ihtiyar adam. Giderken geriye dönüp birbirlerine ağır küfürler eden çocuklara hiçbir şey söylemeden bir kere daha bakıyor.

Gelin arabası damadın evi önünde bir kez daha aynı şamata ve gürültüyle durdu. Yukarı pencerelerden gelinin üzerine âdet gereği gül kurusu, kesme şeker karışımı bir şeyler atıldı. Ne tesadüftür ki hepsi damadın kafasına düştü. Bir tanesi bile geline isabet etmedi. Kız tarafında geline refakat eden birkaç kişi dışında diğer davetliler caddedeki kalabalığa karıştılar. Bir süre sonra refakatçiler de damatla gelini yalnız bırakıp gittiler.