Bencillik Çıkmazı

...Kim nefsinin bencilliğinden korunmayı başarırsa

işte kurtuluşa erecekler onlardır.

Haşr, 59/9

Atasözlerinde, deyimlerde, beyitler ve anlatılarda malı mülkü, ihtişamlı hayatı ve hazin sonu ile karşımıza çıkan Karun, Kur’an-ı Kerim’de Hz. Musa’nın kavminden biri olarak tanıtılır. Karun, ilim sahibi, akıllı ve iş bilen birisidir. Bulunduğu görevler sayesinde büyük bir servet edinir. Serveti öyle bir raddeye ulaşır ki hazinelerinin anahtarlarını taşımak, güçlü kuvvetli bir ekibe dahi zor gelir. Bilgisi, serveti ve gücü sebebiyle halkın bir kısmı ona imrenerek şöyle der: “Keşke Karun’a verilenlerin bir benzeri bize de verilse o ne kadar şanslı.” Gıpta edilen Karun’a, sahip olduğu imkânlar hatırlatılarak başkalarına iyilikte bulunması teklif edildiğinde ise “Ben bu serveti bilgim sayesinde elde ettim.” diyerek karşılık verir. İlerleyen zamanlarda Karun servetini ve gücünü kaybeder, bencil ve cimriler arasına ismini yazdırarak hayata veda eder.

Kur’an-ı Kerim’de Karun’un hayatına etraflıca yer verilmemiş sadece bencillik ve cimriliği ön plana çıkarılmıştır. Çünkü temsil ettiği kişilik tipi her devir ve toplumda karşılaştığımız biridir. Ayrıca bu kıssa, günümüzde hâkim bireyselliğin ve pragmatist düşüncenin gözden geçirilmesini altını çizerek hatırlatacak bir güncelliğe sahiptir.

Nurullah Ataç’ın “Bencildir insanoğlu, bencil olduğu için de yalnız kendi dertlerini düşünür, yalnız onlara inanır.” sözünden hareketle diyebiliriz ki bencillik geniş bir kitlenin sıfatı olabilecek kadar sıradan bir insanlık hâlidir. Nihayetinde her insan “ben merkezli” bir tavırla dünyaya gelir. Bebeklik ve takip eden ilk çocukluk yıllarında ihtiyaçları başkaları tarafından karşılandığı için insan, kendini özel hissederek hayatta yol alır. “Ben merkezli”likten ise ilerleyen yıllarda diğer insanların ve dünyanın farkına vardıkça uzaklaşır. Kardeşler ve arkadaşlar ile bir arada bulunma zorunluluğu, sonrasında okul hayatı derken diğerleriyle karşılaşılan her ortam insanın toplumla etkileşimini arttırır ve “ben”in sınırları çizilir.

“Her benlik değeri özünde sadece kendisinin varlık sahnesinde kalmasını arzulayacak kadar ferdiyetçidir, narsisttir. Böyle bir eğilim bir yandan olumlu yönler içerirken diğer yandan da başka benlik değerleri için tehdit oluşturur.” Benliğin İnşası’nda yer alan bu cümlenin işaret ettiği gibi “öteki”nin hakkını ihlal etmeyen ve kendisine gerekli alanı açan “benlik” olması gerekeni ifade eder.

Kişisel alanımızın kapsamı, sınırların nerede başlayıp nerede son bulduğu birçok faktörün tesirinde şekillenir. Özellikle aile içi ilişkiler bu konuda etkilidir. Korumacı ve aşırı sahiplenmeci anne baba tutumu ya da tamamen ilgisizlik bireyde bencilliğin ön plana çıkmasına sebep olabilir. Burada öz saygı, öz güven, bencillik ve narsisizm ayrımını iyi yapmak gerekir. Çünkü bu kavramlar bazen birbirinin yerine kullanılarak olumlu bir tutumun da istenmeyen bir hâl olarak algılanmasına sebep olabilir. Kişinin kendi amaç ve ihtiyaçlarını karşılamak için çaba göstermesi, bunu yaparken kendine önem ve öncelik tanıması öğrenilmiş sağlıklı bir tutumdur. Hatta bu bir öz saygı göstergesidir. Kişinin yeteneklerinin farkında olması, kendisini sevmesi, hatalarını ve kusurlarını kabul etmesi, karşılaştığı zorluklarla baş edebilmesi ve gelişime açık olması da öz güveni ifade eder ki bu da şahsiyet için olumlu bir durumdur. Toplumsal açıdan sorun teşkil eden bencillik, öz saygı ve öz güvenin dozunu aşıp karşıdaki insanın kişilik haklarını ihlal ederek ona saygı duymamaya varmasıdır.

Psikologlara göre bencil olan insan, kişisel çıkarlarını korumak ve gözetmek söz konusu olduğunda çevresindeki hiçbir insanı düşünmez. Olayları kendisini merkeze koyarak değerlendirir; ilgi, övgü ve takdir beklerken eleştiriye tahammül edemez. Hatta kendisini eleştiren insanlarla ilişkisini kolayca bitirebilir. Ayrıca bencilliğin insanlar arasında güveni zayıflattığı ve güvensiz bağlar yarattığı, özveri duygusuna zarar verdiği, toplumsal yapıyı büyük ölçüde zayıflattığı, psikopatiye ve antisosyal davranışlara zemin oluşturduğu da iddia edilmektedir. Bu iddiaların doğruluğuna günümüzde fazlasıyla şahit oluyoruz. Modern dünya, bireyselliğin ve faydacılığın büyük kalabalıklar tarafından benimsendiği hatta hayatta kalabilmenin her şeyden önce kendimizi düşünmeye bağlı olduğunun yüksek sesle dile getirildiği bir yer oldu. Oysa çok yakın bir zamanda insanlık iki büyük savaşa şahitlik etmiş, yokluk ve kıtlığı had safhada yaşamış; bir lokma ekmeği bölüşerek omuz omuza vererek fedakârlıkla o zor günleri geride bırakmıştı.