Modern dönemde akıl ve bilimin insan hayatında köklü biçimde etkili olması, insanın, dinle ilişkisini ve dine olan ihtiyacını sorgulamasına neden olmuştur. Dinin ahlak için ne kadar gerekli olduğu da buna dâhildir. Biz, dinin ahlakı gerektirdiğini ve faziletli bir ahlak için dinin zorunlu olduğunu savunmaktayız. Din, insandan ulvi hakikatlere iman etmesini ve buna uygun faziletli bir ahlak ortaya koymasını emreder. Din insanın bu dünyada tesadüfen var olmadığını ve yapıp ettiklerinin hesabının sorulacağını haber verir. Böylece ondan sadece iman etmesini değil, aynı zamanda güzel davranışlar sergilemesini ister.
Ahlak insanda doğuştan gelen bir düşünce değil midir?
İnsan, bilgi bakımından beyaz bir sayfa ile doğar dünyaya. Kültürel ve ahlaki yapısı, ailesi ve çevresel etkilerle şekillenir. Eğer güzel bir çevrede yetişmişse ahlaki yetileri olumlu yönde gelişir. Ahlaki yetiler iyi ve kötü duygusudur. İnsanlık ailesi için tüm ahlaki değerleri bunlar etrafında konumlandırabiliriz. İnsanların doğuştan sahip olduğu bu duyguya çağdaş İslam düşünürü Abdullah Draz’ın ifadesiyle “evrensel ahlak şuuru” diyebiliriz. Bu bilinç dinin, üzerine inşa edildiği merkezdir. İnsan, bundan hareketle faziletli bir ahlaka doğru yol alabilir. Ama tecrübelerimiz bunun her zaman mümkün olmadığını göstermiştir. Nitekim insan tarihte zaman zaman maddecilik, aşırı dünya sevgisi, anlamsızlık, amaçsızlık gibi duygularla özünden uzaklaşmış ve vicdanı sönmüştür. Akıl ve zekâ ile donatılmış insan böyle dönemlerde çok tehlikeli bir varlığa dönüşmüş ve kitlesel zararlar veren bir canlı olmuştur. Bu yüzden ahlaki değer duygusu doğuştan gelmekle birlikte, dinin terbiyesine ihtiyaç duyar.
İnsan, çevresine nasıl davranması gerektiğini eğitim yoluyla öğrenebilir, din bunun için gerekli midir?
Din ve eğitim birbirinin alternatifi değildir. Her ikisi de insanı inşa eder. İnsan eğitim yoluyla bilgi dağarcığını geliştirebilir. Şu var ki varlığı sadece bu dünya ile sınırlandırmış bir eğitim modelinde insanı iyi davranışa yönlendirecek temel unsurlar akıl, vicdan ve kanundur. Din buna bir de ilahi sorumluluğu ekleyerek ahlaki davranışın en üst düzeyde ve sürekli biçimde gerçekleşmesini temin eder. Kanunun öngörmediği hâllerde bile insan iyilikten ayrılamaz. Eğitimli insanların dinî duygulardan soyutlanmış bir akıl ve zekâ ile dünyaya verebilecekleri zararlara mani olur. Din sadece eğitilmiş insanları değil, herkesi muhatap alarak topyekûn bir ahlaklı toplum inşa etmek ister.
İnsan aldığı eğitimle iaşesini temin etmeyi öğrenir. Bir uzmanlığa sahip olur ve hayatını konforlu biçimde sürdürmeye çalışır. Ancak insan nefsi ve ihtiyaçları olan bir varlık olduğu için bazen ihtiyaçlarının ötesine geçerek haksız kazanç, bencillik ve menfaatperestlik yapabilir. İşte tam da bu noktada din insanın ihtiraslarına gem vurur. Hayatın ölümlü, hesabın zor olduğunu hatırlatır. Böylece davranışları çıkar merkezli olmaktan çıkarır, ihlası idealize eder. Niyetinde Allah rızası olan davranışlarla insan ahlakını faziletle yoğurur.
İnsanın ahlaki konularda zafiyetlerine karşı dinin rolü nedir?
Zaman zaman evrensel ahlak şuurunda zayıflama veya ahlaki kavramların anlamında eksen kaymaları olabilir. Ahlaki değerler belirli kişi, grup, ırk veya toplumların dünyevi çıkarlarına indirgenebilir. Örneğin Cahiliye Dönemi’nde tüm kavramlar kabile odaklı idi. Bir bedevi için cesaret, kabilesine yapılmış bir saldırının intikamını almak; cömertlik, kabilesi uğrunda sonsuz harcama yapabilmekti. Bu nedenle Allah insanlara peygamberler gönderir ve onları “tevhid merkezli ahlak”a davet eder. Bu ahlak anlayışında tüm değerlerin merkezinde Allah vardır. İnsanlar birer kul olarak eşittir ve amellerde niyetler Allah içindir; “li-veçhillah”. Böylece ahlaki değerler çıkar amaçlı olmaktan çıkar, topyekûn insanların yararına olacak şekilde yeniden yapılandırılır. Bozulma, yozlaşma ve istismara maruz kalan kavramlar din eliyle düzeltilir. Bu sebeple dinî bilincin sağlıklı bir şekilde geliştiği ve diri olduğu bir toplumda ilişkilerin çıkar merkezli olmaktan çıkıp karşılıklı anlayış, sevgi ve saygı çevresinde gelişmesi beklenir. Orada belirli bir grubun mutluluğu değil, tüm toplumun huzur ve sükûneti hedeflenir. Çünkü orada değer anlayışı insanın bencil istekleri doğrultusunda değil, imanın ihlas, takva ve ihsan gibi ulvi idealleriyle anlam bulmuştur.
İslam’da cennet ve cehennem inancının ahlak için anlamı nedir?
İslam ahlak düşüncesinde cennet ve cehennem güçlü bir faktördür. İyiliklerin cennetle müjdelenmesi, kötülüklerin ise cehennemle tehdit edilmesi insanlar üzerinde etkili olur. İslam’ın kıyamet, yeniden diriliş, hesap, cennet ve cehennem inancı bu dünyada ahlakı inşa etmek ve korumak içindir. İnsan yeryüzünde bozgunculuk yapabilen ve haksızlıklarla âdeta dünyayı cehenneme çevirebilen bir varlık olduğuna göre onu dizginleyecek bir mekanizmaya ihtiyaç vardır. İşte Allah’a ve ahirete iman, insanın haddi aşmasını engelleyecek ve onu dosdoğru yolda tutacak güçlü bir teslimiyettir. Atalarımızın “kork Allah’tan korkmayandan” sözü, din olmadığında insanın ne büyük tehlikelere yol açabileceğine işaret eder. Bu sebeple teorik olarak İslami hassasiyetlere dayalı bir dindarlık ile suça meyletmek arasında ters orantı vardır. Ancak buna aykırı örneklere şahit olduğumuzda, sorunun İslam’da değil, insanda olduğunu anlamak zor değildir. Nitekim “kötü emsal misal olmaz.”
İslam dininin ahlaka katkılarından söz eder misiniz?
İslam’ın varoluş amacını ahlakla özetleyebiliriz. Allah’ın bütün elçileri insanlara adalet terazisiyle gelmiş ve yeryüzünde ahlakı tesis etmek için mücadele etmişlerdir. Hepsi Allah’a iman ve ibadet ile iyi ameller yapmakla emrolunmuşlardır. Tüm peygamberler ibadetler yoluyla insanların manevi duygularını diriltme ve vicdanlarını koruma çabasında olmuşlardır. Mesela Hz. İbrahim milletini sosyal adaleti bozan şirkten korumak istemiş, tevhidi emretmiştir. Hz. Hud ve Hz. Salih maddeciliği, aşırı dünya sevgisini ve ahlaksızlığı kınamıştır. Hz. Şuayb halkın ticarette hile yapmasına karşı çıkmıştır. Hz. Musa’nın on emri, Hz. İsa’nın dağ vaazı toplumlarını güzel ahlaka davetten ibarettir. Keza Hz. Muhammed’in toplumda güzel ahlakı tesis eden söz ve uygulamaları ve son olarak Veda Hutbesi, insanlık için tarihi örneklerdir.
İslam’ın ahlaka bir diğer katkısı, onu istikrarlı kılmaktır. Madem iyilik Allah’ın kullarından istediği en yüce davranıştır, o hâlde bu, insanların keyfine bırakılmamalıdır. İnsan dışarıdan bir talimat olmaksızın iyilik yapabilen bir varlık ise de bunu her zaman gerçekleştiremez. Bazen morali bozuk olur, bazen ihmalkâr olur, bazen de gereksiz görür. İslam insanın ahlaki davranışı yerine getirmesini bir görev olarak tayin eder, onun keyfine bırakmaz. Temizliğe uymayı, insanlara saygı duymayı, komşu haklarını gözetmeyi, cehaletten uzak durmayı, gıybet etmekten sakınmayı vs. her şart ve zeminde insana bir sorumluluk olarak yükler. Böylece ahlaki davranışı salt vicdani ve kanuni olmaktan öteye taşır ve “dinî yükümlülük” şeklinde kuvvetlendirir.
İslam insanın ufkunu genişletir, dünyaya bakışını anlamlandırır, ibret almasını sağlar ve sorumluluk bilinci geliştirir. Mesela İslam kültür geleneğinde hayvanlarla ilgili hem onları bizlere tanıtan hem de onlara karşı sorumluluklarımızı belirleyen onlarca kitap yazılmıştır. Bunların ilk örneklerinden birisi Cahız’ın (öl. 255/869) Kitâbü’l-Hayevân adlı eseridir. Müellifin bu hacimli eserinde hayvanların biyolojik varlığıyla birlikte, onların varlık hikmeti ve Allah’ın varlığına delil oluşları ele alınır. Diğer taraftan ilmihallerde “hukûku’l-hayevân” (hayvanların hakları), “hukûku’nebât” (bitkilerin hakları) ve “fıkhu’l-medine” (şehri inşa etme kuralları) gibi bölümler vardır. Bunlar İslam’ın ahlak merkezli bir medeniyet inşa etme sürecinin kurucu aktörleridir. İslam âlimleri bu medeniyetin ideal şahsiyetleridir. Mesela Büyük İslam İlmihali adlı eserin yazarı Ömer Nasuhi Bilmen odasına her gelene ayağa kalkarmış. Hatta hizmetli odaya geldiğinde yere kalem düşürme bahanesiyle ayağa kalkar, “ilerlemiş yaşına rağmen neden ayağa kalkma zahmetinde bulunuyorsun” diye soranlara “ne yapayım evladım insana hürmet etmeden duramıyorum” dermiş. İşte Yunus Emre’ye “Yaratılanı severiz Yaradan’dan ötürü” dizesini söyleten neyse Ömer Nasuhi Bilmen’e de bu hassasiyeti veren şuur aynıydı. İslam’ın, ruhuna hükmettiği insanlarda gördüğümüz bu nezaket ve incelikler Muhammedi ahlakın tezahürlerindendir.
Son olarak insan ancak din sayesinde Yüce Allah’ı öğrenebilir ve O’na ibadet edebilir. Nitekim tüm varlığımızı bize bahşeden Allah’a şükretmek ahlaki bir ödevdir. Ancak insan hak din olmadan Allah’a nasıl şükredeceğini bilemez. Bu nedenledir ki tarihte pagan dinler ortaya çıkmış ve insanlar şükür, dua ve ibadet gibi kutsal ritüelleri yanlış yerlerde aramışlardır. Hak din, insana nereye yöneleceğini ve yüce yaratıcısına nasıl şükredeceğini öğreterek, onu yanlış itikattan ve amelden korur. Faziletli bir ahlakın tam anlamıyla ortaya çıkması hem imanın doğru bir zeminde gelişmesi hem de dinî inancın ilahi vahye uygun bir şekilde pratiğe yansımasıyla mümkündür.