Huzursuz ve Yalnız Bir Adam:

AHMET HAMDİ TANPINAR

BÖYLE İDİLER YAŞARKEN

Bazı insanların ömrü vakit kazanmakla geçer…

Ben zamana, kendi zamanıma

çelme atmakla yaşıyordum.

Ahmet Hamdi Tanpınar

“Yalnızlık yazarın acılarına değil sermayesine dâhildir.” der Ernst Jünger. Gönüllü katıldığı ve birçok kez yaralandığı Birinci Dünya Savaşı’nda o cepheden bu cepheye savrulurken gerçekten yalnızlığı mı arzuluyordu yoksa onca kanın ve şiddetin ortasında hâlâ yazmaya bağlı kalan tarafıyla kendini yalnız mı hissediyordu, orası ayrı bir tartışma konusu. Ama yazma eylemiyle yalnızlık arasında kurduğu ilgide her şekilde sonuna dek haklı kabul edilebilir. Ernest Hemingway ise iyi bir romancının şu üç şeye sahip olması gerektiğini söyler: Mutsuz ve yalnız geçmiş bir çocukluk, sağlam bir eğitim alma imkânı ve yetenek. Madem yabancı isimlerden yapılmış alıntılarla başladık yazımıza, haydi bir üçüncüsünü daha ekleyelim de asıl konumuza girişimiz tam olsun: “Hepimiz Gogol’un Palto’sundan çıktık.” Bu iddialı cümlenin kime ait olduğu noktasında muhtelif iddialar var. Dostoyevski, Turgenyev, Gorki veya bir başkası.

Şimdi yukarıdaki kendi paragrafımın analizini yapayım. Demek ki yalnızlıkla sıkı bir bağı olan, çocukluğu kimi yoksunluk ve sıkıntılarla geçmiş, olağanüstü yazma yeteneği bulunan bir isimden söz edeceğim. İşin “palto” kısmıysa ya sözü edilecek ismin etkilendiği kaynağı karşılayacak ya da yazdığı eserlerle kendisinden sonraki yazarları yetiştirmiş olacak. Her ne kadar bazı okurlarımız dördüncü paragrafın daha ilk cümlesini okur okumaz “palto”dan kastın “enstitü” olduğunu ve “enstitü”nün ne anlam ifade ettiğini anlayacak olsalar da o kısmı şimdilik bir sürpriz niyetine sonraya bırakalım.

“Etrafında koyunlarından başka canlının bulunmadığı bir çobanın yalnızlığı ile binlerce insanın ortasında düşünceleri ve yeteneği anlaşılmamış bir sanatçının yalnızlığından hangisi zordur?” şeklinde bir soruyu, cevap daha en baştan belli olduğundan sormuyorum. Çoban, koyunlarının ona sorgusuz sualsiz bağlı olduklarının bilincindedir. Sanatçıysa tüm sözlerinin gelecek zamana söylendiğinin farkına, günden güne acı çekerek, kendi kabuğuna çekilmek zorunda kalarak varacaktır.

Günümüzde üniversitelerimizin Türkçe ve edebiyat bölümlerinden sosyoloji ve psikoloji disiplinlerine, okuma gruplarından entelektüel tartışma ortamlarına, edebiyat dergilerinden sosyal medya platformlarına Ahmet Hamdi Tanpınar isminin temsil bulmadığı çok az mecra vardır. Şairliğiyle, kendine has orijinal tespitleriyle, hikâye ve özellikle romanlarıyla o; okundukça insanı gündelik sığlıktan Tanpınar derinliğine yaklaştıran bambaşka bir lezzettir. Hatta “filhakika”, “behemal” gibi artık günlük konuşmada kullanılmaz olmuş sözcükleri duyduğumuzda yüzümüzde beliren gülümsemenin müsebbibidir. Oysa aynı Tanpınar, anlaşılma noktasında 1950’lerin Türkiye’sinde kendini o denli büyük bir yalnızlığın içinde bulmuştur ki meşhur “sükût suikastı” isyanını dile getirmiştir.

İlkin Ahmet Hamdi Tanpınar ismi etrafında Ernest Heminway’in düşüncelerinin isabetini ele alalım. Yani mutsuz ve yalnız geçmiş bir çocukluk, sağlam bir eğitim ve yetenek...

1901’de İstanbul’da doğmuştur Ahmet Hamdi Tanpınar. Hüseyin Fikri Efendi’yle Nesime Bahriye Hanım’ın üç çocuğundan en küçüğüdür. Hüseyin Hilmi Efendi kadıdır. Bu yüzden Ergani, Sinop, Siirt, Kerkük, Antalya gibi çeşitli yerlerde görev yapar. Hâliyle Tanpınar’ın çocukluğu, sürekli bir yerlere tayini çıkan babanın peşinde yurt coğrafyasını adımlamakla geçmiştir. O günün koşullarında İstanbul’dan uzakta olmak, başta eğitim olmak üzere birçok imkândan mahrum kalmak demektir. Fakat Ahmet Hamdi Tanpınar’ın asıl yalnızlığı ve acısı, babasının Kerkük’te kadılık yaptığı sıra annesi Nesime Bahriye Hanım’ın vefatı olacaktır. On dört yaşındadır Ahmet Hamdi, Birinci Dünya Savaşı’nın en şiddetli günleridir, Çanakkale’de “Eski Dünya, Yeni Dünya, bütün akvam-ı beşer”, “Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya” Mehmetçik’in aylarca durup karşısına, karnındaki hayâsızlığı kusmaktadır ve geleceğin büyük romancısı artık öksüzdür. Tanpınar o günleri, Huzur’un baş huzursuzu Mümtaz’ın çocukluğu aracılığıyla anlatır.

Antalya’da lise öğrenimini tamamlar. 1918’de yatılı olarak Halkalı Ziraat Mektebine başlar. Bir yıl sonra Ziraat Mektebini bırakıp İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesine girer. Elbette böylesi bir tercihte daha önce birkaç şiirini okuduğu Yahya Kemal’in etkisi büyüktür. Tanpınar, yazdığı Yahya Kemal monografisinde ilk karşılaşmayı şöyle anlatır: