Tala ve Mes: Bakırı Altına Çeviren İksir

Çünkü aşk ilmi hiçbir kitapta yazmaz.

Kimyagerler yüzyıllardır bir maddeyi başka bir maddeye çevirmek için uğraşmış, bunun için de “iksir”e inanmıştır. İksir, gâh eritir gâh birleştirir ve tamamlar. Yeri gelir bakırı altına çevirir. Aşk da işte böyledir. İnsanı ruhunda eritir, eriyen ruh bir olur ve tamamlanır. Eskiden aşka iksir demelerinin sebebi de budur.

İşte 2011 İran yapımı, Homayoun Assadian’ın ilk filmi olma özelliğini taşıyan orijinal ismiyle Tala ve Mes yani Altın ve Bakır’da bu iksir şerha şerha seyirciye sunuluyor. Yönetmenin nostaljik ancak çağını aşan sıradan bir senaryoyu hayatın olağan akışı içinde basit çekim teknikleriyle aktarmış olmasına rağmen, filmi sıra dışı kılan şey erkeğin eşine olan sadakati ve bu sadakatin iksiri.

Seyyid Rıza, saadet ve ahlak dersleri için geldiği Tahran’dan almak istediğinden daha fazlasını alır, yaşar ve yaşatır esasında. Eşi Zehra Sadat, eşinin eğitimi ve çocukları için halı dokurken, peygamber soyundan gelen eşine olan saygısı ve fedakârlığı filmin odak noktasını oluşturuyor. İlkokula giden Atıfe ve henüz bebek olan Ali Emir ile hayat biraz daha zorlaşsa da şikâyet etmeyen bir kadın imajı çiziyor Zehra. Filmde bir de ev sahibi Azam Hanım ile down sendromlu kızı yaşam dolu Ayda karakterleri söz konusu ki hayatın olağan akışı içinde merhametleriyle komşu kimliğinin içini dolduruyor. Film her ne kadar İran filmi olsa da klasik bir Türk sineması tadında devam ederken ve tam da bir Türk sineması klasiği gibi esas kız MS hastalığına yakalanmışken, ortaya bir de Hemşire Sepide çıkmışken, bütün tabuları yıkan bir şey oluyor. Tüm filmlerin müptezeli olan olay örgüsünün tersine seyreden dinî değerler tam da yerini bularak zihnimizdeki Türk sineması formundan çıkıyor. Filmde geçen tasavvufi ifadeler “İnsanın dört türlü nefsi vardır ki nefs-i nebati, nefs-i hayvani, nefs-i Rahmani…” diye akıp giden sözler satırları aşıp sadrlara işliyor.

Homayoun Assadian daha önce İran halıları için belgesel film çekmiştir. Bu senaryo aslında belgesel filmden evrilmiş. Halı İran için önemlidir ve filmde atılan her ilmek de sabrı simgelemektedir. Sabırla eşine destek olmak için halı dokuyan Zehra, gün geçtikçe gözlerinin bulanık görmesi ve dizlerinde derman kalmaması sıkıntısıyla karşılaşıyor ve tabir yerindeyse hastanelik oluyor. Bunu çok yorulmasına yoran eşi Seyyid Rıza, eşinin hastalığını öğrenince çocukları, eşi ve medrese eğitimi arasında kalıyor. Ama eşine olan sadakati ve çocukları eğitiminden daha önde geliyor ve ilim biriktirmek yerine amel biriktirmeyi tercih ediyor. Halı dokuyor, ev ve çocuklarla ilgileniyor, derslere gitmeye çalışıyor.

Eşinin bu hâlini gören “Peygamber torununa, evladına hizmet edeyim diye eşin oldum, bunun yerine sana bir yük oldum.” diyen Zehra’ya eşi Seyyid Rıza’nın cevabı ise “Peygamber soyundan olmak liyakat ister, uzun yıllar boyunca benimle ilgilendin, izin ver ben de sana hizmet edeyim, sonra çevremde olan biteni anlarım.” oluyor.

Sekiz yıllık evlilik hayatları boyunca seslerini ilk kez bu süreçte birbirlerine yükselten çiftin bu tartışması bile bir nezaket çerçevesinde;

Zehra Sadat: “Sen bana daha önce asla bağırmamıştın. Maşallah sesin de…”

Seyyid Rıza: “Eğer bir daha sesimi sana yükseltirsem Allah beni affetmesin”.

Saadet ve ahlak dersi almaya mahal bırakmayan bu sözler, kitapları akan suya attıracak etkililikte... Günümüzde eşleri hayran bırakacak nitelikteki bu naiflik filmde yapay durmadığı gibi eşinden öğrendiğini uygulayan ve yarasına tuz basıp halı dokumaya devam eden Seyyid Rıza’nın eşiyle bütünleşmesini yani iksirin bir parçasını bize altın tepside sunuyor. Filmin büyüleyici atmosferine en güzel katkıyı ise bir annenin yani Zehra Sadat’ın kızına söylediği ninnide geçen hitap sağlıyor; Nanem, gülüm...

Her anı bir şiir, her anı bir ders içeren filmin bir başka metaforu da derse gelen mollaların ayakkabılarını düzeltmek, bu bir irfan yolculuğuna; down sendromlu bir kıza pizza ısmarlayarak gönüller yapmak da bir rüşd kazanma yoluna vurgu yapıyor. Aile kavramının kutsiyeti, fedakârlık, sadakat, merhamet ve saygının özeti niteliğindeki film, sonundaki inşirah ile gönüllere su serperken, medresedeki dersten yükselen sesler hepimizin hayatına bir noktalı virgül koyuyor esasında;

Onun aşkının kimyasından,

Bu kara yüzüm altın oluverdi.

Evet; senin lütfunun mutluluğuyla,

Toprak altın olur. (Hâfız Şirazi)

İnsanların arayıp durduğu bu kimya, aşktır. Gerisi çer çöptür. Eğer okuduklarınız bizimkiyle aynıysa yırtıp atın kitaplarınızı..!

Çünkü aşk ilmi hiçbir kitapta yazmaz.

Ve filmin son metaforuna dair de şunu söyleyebililiriz:

Allah için sevince karşılaşılan hiç bir imtihan yük değil, sahibine bir inşirah dinginliği sunuyor, şöyle ki: Cennetin kapıları ardına kadar açılsın.

Film Künyesi:

Orijinal Adı: Tala ve Mes

Tür: Dram

Yönetmen: Homayoun Assadian

Süre: 92 dk.

Yıl: 2010

Ülke: İran