Yeryüzü, üzerine kurulmamış hayalin kalmadığı, hemen her insanın hayalleriyle şekil almış, bir oyun hamuru. İnsan, önce kendi yakın çevresini değiştirmekle yola koyulup sonra sınırlarını aşarak, çevresi, kenti, ülkesi ve hatta evreni için hayaller kurup kurduğu hayalleri kendine yol eyleyip, o yolla daha önce keşfedilmemiş alanlar keşfederek ya da herkesin gördüğü şeylerin farklı şekillerde görülmesini sağlayarak medeniyeti var ediyor. İhtiyaçlar, istekler, arzular, can sıkıntısı ve daha nicesi, tarım devriminden dijital dönüşüme dünyayı değiştirmeye ve insanı yeni hayaller kurmaya itiyor.
Hayal, hammaddesi kelimeler olan, insan zihnine yüklenmiş en değerli yetilerden biri. Zira evrende, insan dışında hayal kuran bir canlı yok. Çünkü insan kelimelere sahip. Eşyanın bilgisi, sözlerin gücü yalnız insanda. Hâl böyle olunca da insan yeni kelimelerle yeni hayal evrenleri açıyor ve o hayal evrenleri bir süre sonra insanlığın ortak düşü hâline geliyor.
Bugün bizim gerçeğimiz olan ileri teknoloji aletler, bir dönem insanlığın hayallerini süsleyen, geleceğe dair birtakım imgeler yaratmalarına sebep olan şeylerdi. Arabalar, uçaklar, yer altından giden ulaşım araçları, dev gökdelenler, uçan arabalar ve daha nicesi, bundan yüzlerce yıl evvel, insanlar tarafından hayal edilen, sınırları çizilen, geleceğe gönderilen bir işaret fişeğiydi.
Ülkelerin ekonomik ve siyasal sistemleri, teknolojik gelişmişlikleri, toplumsal yapıları, aslında kendinden önceki dönemlerde yaşayanlar tarafından kurulan ya da ortaya atılan, sistemleştirilen ve başkaları tarafından da zenginleştirilen düşlerden başkası değil. Belki de hemen hepimizin, atalarının hayallerini yaşayanlar olduğunu söylemek bu açıdan anlamsız değil.
Geçmişin hayali, bugünün gerçeği olan makineler çağında peki, hayal kurmak hâlâ anlamlı mı? Ya da daha doğru bir arayışla, dünya bu kadar değişmişken, hâlâ hayal kurarak bir şeyleri değiştirmek ya da makinelerin hükümranlığına rağmen daha farklı bir gelecek inşa etmek mümkün mü?
Rüyaların Yapıldığı Maddeden Yapılma İnsan
Geleceğe dair düşlerimizde, aklımıza karanlık, kasvetli, robotlarla dolu imge silsilesinin hücum etmesi, hayallerimizin işgal altında olduğunun bir göstergesi olabilir. Ya da belli toplumlara, insanlara ya da kendi gerçekliğimize dair, hayaller kurarken bize ait olmayan imgelerin hayallerimize sızması, geleceğe dair bir hayal değil, sadece inandırıldığımız birtakım yargıları sürdürdüğümüz anlamına geliyor.
Hayal, bize ait olan, şahsi anlam dünyamızın, kendi kelimelerimizin inşa ettiği düşten bir imparatorluk olduğu müddetçe özgür ve dönüştürücüdür. Zira hayal kelimelere dayanır, kelimeler her insanın kendi iç dünyasında başka anlamlara gelir. Kelimeler bir anlamda insanın izi, işareti ve değeridir. İnsan zihni, rüyalardan yapılmadır ve her rüya gören kişiye hastır.
Yaşadığımız zamanda, makineler düş görebilir mi diye çok soruyor, makinelerin gördüğü düşlerin bugünümüzü ve geleceğimizi belirlediğine inanıyoruz. Peki gerçekten makineler düş görebilir mi?
Refik Anadol’un “Rumi Dreams” başlıklı dijital sergisi bu soruya bir cevap bulmamıza ya da bir yanıyla soru için cevaba giden doğru yolda ilerlememize bir aracı olabilir. Dijital sanatı ve yapay zekâyı birleştiren serginin en temel iddiası, Mevlana’nın ürettiği ve onun döneminde üretilen her türlü mimari, ilmî, edebî eserin; sesler ve görüntülerin, makine öğrenmesi yoluyla bir makineye öğretilerek makinenin bir rüya görmesini sağlamak ya da bir rüya gördüğünü göstererek izleyenleri bir düşe ortak etmek diyebiliriz.
Müziğin ve güçlü görsel şölenin içerisinde, sekiz dakikalık bir düş kabininde, Refik Anadol’un makinesinin gördüğü düşü, düş görmeden önce bilinçaltında yer alanları görüyor ve gösterinin son bölümünde bir düşe ortak oluyoruz. Peki, ortak olduğumuz düş kimin düşü? Bir makinenin düşü mü yoksa bir sanatçının düşü mü?
İnsan anlamak, tanımak, sınırlamak ve bilmek için soru soruyor. Sorular arttıkça cevapların da sayısı artacak gibi duruyor. Ama gerçekten öyle mi? Sorunun çokluğu cevabın da sayını artırır mı? Düş gören kim, insanın düşlerinin yerine başkalarının düşleri mi gelecek, hayal kurmak artık anlamsız mı ve daha nice sorudan sonra karşımıza iki nokta çıkıyor. Birincisi, insanı bir özne, evrendeki her şeyin onun kullanımına sunulmuş bir varlık olduğu ikincisi makinelerin insan olmadan, insana dair özellikler yüklenerek merkeze getirilişi.
Önce söz vardıysa ve insanla başladıysa ve kelimeler hayalleri yaratıyorsa şayet, o zaman hayalin yalnızca insana ait olduğunu, çünkü kelimelere sahip olma gücünün sadece ona verildiğini bilmek gerekiyor. Düş görenin makineler değil, makinelerin gözünden bir şeyler görmek isteyen sanatçı olduğunu, aslında düş kurma arzusunda olanın da yine sanatçı olduğunu söylemek mümkün.