Din ve Ahlak İlişkisi Zorunlu Mudur?

Din ilimdir, ahlaktır, hayâdır, edeptir. İnsanlığın fazilet ailesine ait bu kavramlar tüm ilahi mesajlarda somutlaşan mozaikte altın ve yakut gibidir. Allah insanları imana davet ettiğinde, aslında bu değerlere teslimiyete çağrıda bulunmuştur. Bu bakımdan din ve değer ilişkisi tartışmasız varoluşsaldır. Birbirinden ayırt edilmez. Ahlak üretmeyen bir dinî bağlılık ham, yavan, eksik ve kusurludur. Bir mümin, dininin ahlaki pratiğini hayatına yansıtmadığında ortada ruh yoktur, sadece kabuk vardır.

Şimdi bu noktada şu sorular sorulmaktadır: Dindarlıkla ahlaki duyarlılık ilişkisi nedir? Ahlak, sadece dindara has olan bir şey midir? Bu konuyu iki bölümde ele almak istiyoruz. Bu sayıda ahlak ve din zorunlu ilişkisi, sonraki sayıda ise dinin ahlaka katkısını inceleyerek bu meselede ortaya çıkan soruların cevabını bulmaya çalışacağız.

Ahlaklı olmak ne demektir?

“Din olmadan da ahlak olur, akıl, doğa ve bilim bize yeter.” iddiasına karşı, İslam geleneği açısından ahlaklı olmanın neyi ifade ettiğini açıklamamız gerekir. Dinî bakımdan ahlaklı olmak iki boyutlu bir süreçtir: Birincisi Allah ile ikincisi yaratılmışlarla ilgilidir. İnsanın Allah’a karşı sorumluluğu şudur: Varlık âleminin tesadüfen meydana gelmiş olmadığını fark ederek Allah’ın eseri olduğuna iman etmek, gönderdiği peygamberler aracılığıyla zatı hakkında verdiği bilgilere iman etmek ve lütfettiği nimetlerden dolayı O’na şükretmek. Yaratılmışlara karşı görevi ise çevresine adalet ve merhamet ölçüsünde davranmaktır. İnsan bu iki yönlü sorumluluğunu yerine getirmedikçe tam anlamıyla ahlaklı bir birey olamaz. Bu nedenle çevresine karşı iyi davranışlar sergilemesine rağmen kendisine tüm hayat imkânlarını bahşeden Allah’ı bilinçli bir şekilde inkâr eden birisi -dinî açıdan- güzel ahlak sahibi değildir.

Ahlakın kaynağı nedir?

Ahlak vicdanla iç içedir, vicdan da dinin manevi atmosferiyle koruma altındadır. Bu anlamda ahlak dinden tamamen bağımsız kabul edilemez. Bu gerçek, dinin temel kaynakları, akıl ve tarihî tecrübelerle sabittir. İnanan birisi için ahlakın dinle varoluşsal ilişkisi vardır. Bir dinî inanç veya ibadet ahlaki fazilet doğurmuyorsa orada bir sorun var demektir. Böyle durumlarda insan inancının varoluş sebebini sorgulayabilir. Bu hâle düşmemek için tüm dinî emir ve yasakların ahlaki faziletlerle ilişkisi kurulmalıdır.

Tüm peygamberler insanda tevhid şuurunu oluşturmak için gelmişlerdir. Tevhidin nihai hedefi ise insanlar arasında haksızlıklardan doğan eşitsizlikleri ortadan kaldırmak ve herkesin sorumluluğunu tek bir Allah’a kulluk paydasında birleştirmektir. Bu, insanda ahlaki değerlerin teminatıdır. Böyle bir düzlemde ırkçılık, toplumun sınıflara ayrılması, kölelik, sömürgeleştirme gibi insanlık suçları ortaya çıkmayacaktır. Tarih boyunca Allah’ın insanları davet ettiği hak dine İslam denilmesinin bir hikmeti de buradadır. Allah’a teslimiyetin adıdır İslam. Maddeye ve dünyevi çıkarlara kul olmayı reddetmek, ahlakı ilahi vahyi merkeze alarak inşa etmektir.

Hz. Musa’ya verilen on emir, Hz. İsa’nın dağ vaazı, Hz. Lokman’ın evladına öğütleri, Hz. Muhammed’in ahlaki öğütleri ve diğer peygamberlerin kavimlerine nasihatleri… Hepsinin benzer içeriklere sahip olması hem nebevi geleneğin ilahi oluşuna hem de ilahi dinlerin ahlakta birleşen hikmetine işaret eder. Evet, din ahlak için vardır. Ahlak din ile kemale, yetkinliğe erer.

İnsan Müslüman olmasa da ahlaklı olmayı başarabilir mi?

İnsan nefsinin esiri bir varlıktır. Bakmayın akıl sahibi olduğuna. Eğer bir kalbe iman yerleşmemişse genellikle orada akıl dünyevi arzular ve nefsî heveslerle perdelenmiştir. İman aklın hakikati görmesini engelleyen bu perdeyi kaldırır. Bununla birlikte insan aklı ahlaki değerlere olan yatkınlığından dolayı, vicdanla el ele verdiğinde ahlakı bir nebze yaşatabilir. İnsanda akıl ve vicdan ilahi bir lütuftur. Günümüz diliyle buna “insanın verili yapısı” denilebilir. Allah, insanı iyi ve kötüyü ayırt edebilecek şekilde yarattığından onda çevresine karşı adil ve merhametli davranma eğilimi vardır. Bu eğilim akıl ve vicdandan beslenir. Ne var ki insanın bu özelliği vahiyden uzaklaşma ve benlik duygusuna kapılmanın doğurduğu nedenlerle zayıflar. Her tür sapma, haksızlık, aşırılık ve bozgunculuk İslam’ın gönüllerden silinmesiyle aklın merkezini kaybetmesi, vicdanın da ihtiraslara kurban olmasıyla ortaya çıkar. Nurettin Topçu’nun şu mealdeki sözü tam da bu gerçeğe işaret eder: “Yürüyüş Allahsız olunca ihtiras bir gün mutlaka uçuruma götürür.” Öyle ya, insan o bencil ve doyumsuz hırslarıyla yeryüzünde kan döke(bile)n bir varlıktır. Bu sebeple vahyin adalet ve merhamet yüklü öğretisiyle yoğrulmalı ki insan ahlakı kemale ersin.

Akıl ve vicdan ahlak için yeterli değil midir?

Akıl ve vicdan ahlakın zeminidir. Ancak onu tam anlamıyla gerçekleştirebilir mi, hayır. İslam’da “ahlakın tanımı ve kapsamı” ile “din ve ahlak zorunlu ilişkisi” düşündüğünde akıl ve vicdan ahlak için yeterli değildir. Buna karşın ahlakı dinden soyutlayan “seküler ahlak” anlayışına göre akıl ve vicdan ahlak için yeterlidir. Biz bunun mümkün ama kesinlikle eksik olacağına inanıyoruz.