Garip

Otobüs Balat durağına yanaşınca herkes ön kapıya yönelirken o boş bulduğu orta kapıya atlayıverdi. Sarı basın kartı sahibi gazeteci ya da emniyette görevli biri olmalıydı muhtemelen. Orta yaşın üzerinde, takım elbiseli ve kravatlı bu adamın orta kapı ayrıcalığını kullanarak otobüse dâhil olmasına oradaki hiç kimsenin bir itirazı olmadığı gibi ortada uyanıklığı çağrıştıracak bir durum da görünmüyordu. Sağ eliyle alnına yapışan seyrek saçlarını düzeltmeye çalışırken parmaklarının ucundaki sigara adama yakın tarafta oturanların dikkatini çekmişti. Neyse ki adamın iki parmağı arasında sımsıkı kavradığı şey otobüse binerken yakılıp söndürülmüş bir sigaraydı. Hiç kimsenin yanmayan bir sigaraya da itirazı olmazdı herhâlde.

Yanımda oturan ve sonradan adının Muzaffer olduğunu öğrendiğim adam kulağıma doğru eğilerek fısıltıyla, “Adama bakar mısın?” dedi. Daha cümlesini bitirmeden bakışlarımı daha bir dikkatle adamdan yana çevirdim. “Öyle değil,” dedi adı Muzaffer olan adam, “vatandaştaki öz güven ve kural tanımazlığa dikkatinizi çekmek istiyorum.” Adam konuştuklarımızı işitmiş gibi kapı ağzından bize doğru yönelerek dört bir yanı süzen bir bakışla, “Beni bilenler bilir.” diyerek kendisinin, Fenerbahçe’nin efsane futbolcusu Cemil (Turan) olduğuna otobüsteki yolcuları inandırmaya çalışıyordu. O kadar tabii bir üslupla söylüyordu ki palavra da olsa içinizden garip bir şekilde adamın söylediklerine inanmak geçiyordu. Bu his içerisinde gayriihtiyari kendimi tutamayıp “Cemil Abi!” dedim, “Sen kapıdan daha içeri adım atar atmaz ben seni tanıdım!”

Benim bu sözüm üzerine adamın keyfi daha bir yerine gelmişti. Üstelik bu moralle otobüsün tümünü birden muhabbet halkasına dâhil etmeyi başarmıştı. Hatta bu garip adamın başlattığı muhabbet otobüstekileri o derece sarsmıştı ki hemen arkamda, inecekleri durağa gelip inmeye hazırlanan iki kadın yolcudan genç olanı diğerine yalvarır bir tonla “Neslihan abla n’olur biraz daha gidelim. Hiç olmazsa iki durak daha.” diye ısrar ediyordu.

Arka koltuklardan birinde, görünmemek için yanağını cama yaslamış bir kadın, bu garip adamın hareketleri çok ilgisini çekmiş olmalı ki, otobüsteki sıra dışı muhabbeti gizlice telefonunun kamerasıyla çekiyordu. Öndeki iki yolcuyla kendini kamufle etmeye çalışsa da adam bunu görüp duruma müdahale etmekte gecikmedi: “Ablacım lütfen telefonunuzun kamerasını kapatın. Hem isteseniz de çekmek istediğiniz şeyi burada çekemezsiniz. Burada size uygun görüntü yok inanın!”

Kadın mahcup ve tedirgin, hiçbir şey yokmuş gibi camdan dışarıyı seyretmeye koyuldu. Her durakta otobüse yeni yolcular dâhil oluyor ve garip adam bir ev sahibi titizliği, bir teşrifatçı inceliğiyle yolcuları içeriye buyur ediyordu. Ön kapıdan yeni binen yolcular adamın davranışlarına bir anlam veremeseler de içerideki muhabbete dönük sıcak havaya adapte olmakta hiç zorluk çekmiyorlardı. Sağ yanımda oturan Muzaffer, adamla muhatap olmamaya itina gösterdikçe adam inadına ona laf atıyor muhabbetin içine çekmek için her yola başvuruyordu. Adam bulunduğu yerden bir adım sola, koridora doğru kayarak kollarını açıp yarım daire çizdi. Bir yandan da Muzaffer’i göz hapsine alarak, “Muzaffer abi!” diye seslendi. Muzaffer kulağında patlayan bu seslenişe kayıtsız kalamayıp cevap verdi: “Efendim, Cemil Turan abi! Bir sıkıntınız mı var yardımcı olalım?” Gevrek gevrek güldü adam: “İlahi Muzaffer abi!” dedi, bir kez daha yarım daire çizecek kadar döndükten sonra:

“Bu otobüs benim, bu otobüsün camından gördüğünüz her şey benim! Rahat olun kardeşlerim! Sizden hiçbir şey istemiyorum. Hem bende bir şeyler isteyen bir adam edası var mı hiç Allah aşkına?”

Yolcuların bir kısmı pürdikkat adamı çözmeye çalışıp kimi yolcular da belediyenin otobüslerde yeni bir uygulama başlattığını sanıp inerlerken “Ne güzel bir hizmet valla! İyi düşünülmüş.” diye söylenip takdirlerini beyan etmeden geçmiyorlardı.

Sağ cenahımda kolunda okumuş insanlara özgü çanta taşıyan Muzaffer’e kaydı bir an gözlerim. Kendini bu halk müsameresinden çekmiş, çantasından çıkardığı kalın bir kitabı okuyordu. Aslında kendini pek de hoşnut olmadığı bu atmosferden çekmek için son çare olarak kitap okumayı seçmiş gibiydi. Yüzü soru sorulmaya müsait bir kıvamda olmasa da her şeyi göze alarak “Hemşerim,” dedim, “sen ne diyorsun şu tiyatroya?”

Sol elindeki ayracı okuduğu sayfaya itinayla yerleştirip tahiyyatta bir an önce selam vermeyi bekleyen mümin edasıyla konuştu: “Bu adamlar senin benim görülmeyen tarafımız, sıkıştırılmış alt benimizdir. Neden yolculardan bu kadar alaka görüyor biliyor musunuz? Onların söylemek isteyip de söyleyemediklerini, duyurmak isteyip duyuramadıklarını ve olmak isteyip de olamadıklarını temsil ettiği için. Bu adam bizim güler yüzümüz, aksayan tarafımız, en önemlisi insan kalabilmiş veçhemizdir. Gülmenin, sabırlı olmanın, müsamaha göstermenin, en önemlisi mahşerî şuurun ve kolektif ruhun hâlâ yürürlükte olduğunun müjdecisidir. Siz buna lakost gömlek giymiş briyantinli bir ulak da, diyebilirsiniz.”