Geyiğin Gözleri Pırıl Pırıl Gecede

sana derim sana geyik erenler

size dağlar bize sevda verenler

ilahı olmasın sizi vuranlar

kaçma geyik kaçma avcı değilim

avcı olsam düşer mi idim izine

döner döner ne bakarsın yüzüme

ben de âşık oldum ala gözüne

kaçma geyik kaçma avcı değilim

Kaygusuz Abdal

B

ir geyikle göz göze geldiğiniz o unutulmaz an. Neredeyse büyülü bir karşılaşma. Böyle bir anı hiç tecrübe ettiniz mi bilmiyorum ama modern zamanlarda bu rastlaşmanın mümkün olma ihtimali öylesine zayıf ki artık, bir düş imiş de uyanmışız sanki. Hayret etmenin, fark etmek kadar zorlaşması da konumuza dâhil. Bu duruma coğrafi şartlar da eklenince, çok uzak bir hayalden bahsetmiş gibi oluyoruz. Çağ yangını deyip geçmeli belki de. Evet, bir geyikle göz göze geldiğiniz o unutulmaz an. Gerçeküstü bir masalın içinde, o sırada gerçekten karşınızda var olup olmadığına dair sizi çok derin düşüncelere daldıran müthiş karşılaşma. Orman fısıltılarına karışmadan hemen önce, kalbinize doğrultulmuş o bakış.

Bir yurt dışı seyahatim sırasında, orman manzaralı asfalt yolun kenarında sakince ilerlerken, uzun ince bacakları, görkemli boynuzları ve gizemli bakışlarıyla gözlerini bana dikmiş bir geyikle karşılaşmıştım. Ve o an, ona doğru ne kadar hızlı yürüsem de aramızdaki mesafenin asla kapanmayacağına -mutlak bir inançla- ikna olmuştum. Yine de karşımda donmuş gibi kıpırdamadan duran bu dehşetli rüyanın üstüne doğru yürüdüm. İmkânsız bir güzelliğin ortasındaydım. Hülyalı bir bakışın içinde. Ormanların esrarengiz misafiri, nasıl olduğunu bile anlamadan bir anda gözden kayboldu, nereye gittiğini görmek olanaksızdı. Bakışlarını, gözlerimin üstüne bırakıp terk-i diyar eylemişti işte. Avcı değildim, silahsızdım ve nihayetinde vurulmuştum. Dede Korkut’taki avcıyı mağaraya çeken geyiğin hikâyesi canlandı gözümde. Elindeki silahıyla bir geyiğin peşinden geldiği mağaradan başka bir insan olarak çıkan o avcı. Bense henüz mağaramı dahi bulamamıştım ama çoktan şikâr olmuştum bir geyiğin gözlerinde. Ve Turgut Uyar’ın “Geyikli Gece”sinden dizeler mırıldanıyordum sessizce: “Geyiğin gözleri pırıl pırıl gecede / İmdat ateşleri gibi ürkek telaşlı / Sultan hançerleri gibi ayışığında / Bir yanında üstüste üstüste kayalar / Öbür yanında ben.”

O Gizemli Rehber; Geyik

Türk destan kültüründe bozkurttan sonra en önemli totemin geyik olması üzerine bazı notlar var zihnimde. Güçlü kurt imgesi, geyiğin kültürümüzde en az kurt kadar baskın bir figür olduğunu unutturuyor bize. Ama geyiğin varlığıyla nüfuz ettiği alanın, bazen kurt figürünün bile üzerinde olduğunu gözlemlemek mümkün. Kurt yüksek gök’ü (gök mavi) geyik yağız yer’i (boz ala) temsil ediyor mesela. Kurt ile geyik, Türk’ün iki kutlu yoldaşı ve bozkırın gizemli rehberleridir. Moğolların Gizli Tarihi kitabındaki kayıtlara göre; Cengiz Han’ın atalarının Börte (Gök yeleli kurt) ile Maral (Boz geyik) olarak kabul edilmesinin bu tezi destekler mahiyette bir bozkır efsanesi olduğu da muhakkak. Yiğide iki (dişil-eril) rehber gerek her zaman.

Türklerin geyiğin cisminde simgeleştirdiği; masumiyet, bereket, kahraman yoldaşlığı, dervişlik gibi hususi anlamlar, dilimizde, masallarımızda, efsanelerimizde, şiirlerimizde, halılarımızda, destanlarımızda, türkülerimizde ve kilimlerimizde baskın-belirleyici bir yeri olan geyik motifine büyük bir alan açmıştır. Türk mitoloji ve efsanelerinde, mesaj, rehber, yol gösterici gibi rollerde karşımıza çıkan geyik kültü, Orta Asya’dan başlayarak Anadolu havzasına değin ulaşan binlerce yıllık kültür tarihimizin önemli bir parçası olarak karşımıza çıkar. Anadolu’ya uzanan geyik motifi, İslamiyet sonrası dönemde kolektif hafızadaki yerini koruyarak, söz gelimi ahu’ya dönüşmüş; ürkek, ince, zarif ve göz güzelliği gibi temsillerle sevgilinin yerini almıştır. Anadolu’ya beraberimizde getirdiğimiz geyik imgesi, kilim deseni ve dokumalarımızda olduğu gibi, maral-ahu-ceylan namlarıyla şiir-türkü evrenimizdeki varlığını da bütün hayatiyle sürdürmüştür. Geyiğin halk kültüründeki bu gizemli masumiyeti, vazgeçilmezliğine dair bir atfı içerir.

Ormanların Esrarengiz Annesi

Sarp dağlarda, kara ormanlarda, ıssız vadilerde bir görünüp bir kaybolan, estetik yürüyüşü, tereddütsüz bakışları ve aniden yok oluşlarıyla meşhur geyikler; anaç, anne, dişilik sembollerinin içinde var olmuşlardır. Evliya menkıbelerindeki varlıkları da aynı oranda güçlü ve kutludur. Geyik, evrensel kültür tarihinin içinde yüzyıllardır dolaşır durur; bazen Hunlar’ı İskit yurduna ulaştıran bir iz sürücü, bazen Harry Potter’ı “ruh emicilerden” koruyan bir ak patronus, bazen Nogay ordusunun kurtarıcı askeri, bazen Aytmatov’un Beyaz Gemi’sinin Maral Ana’sı, bazen kendi suretinde sırtlandığı bir alp derviş, bazen Bamsı Beyrek ile Banı Çiçek’i bir araya getiren sebep, bazen Orhan Bey’in has yaveri, bazen de Alevi-Bektaşi nefeslerinde olgunluk mertebesidir.