kâriîn-i kirâm dahi bundan hisse-i ibret beklerler
(muharrir bunu tayin eylemişti) derler.
Yusuf Neyyir Bey
Yazarlığın bir yaşı var mıdır? Birikimler hangi yaştan itibaren metne dönüşmeye başlar?
Öncelikle şunu belirtmeliyim: Burada, yaşını merak ettiğim yazarlık kastı içinde, günümüzün daha yirmili yaşlarının başında çok satanlar listesine dâhil olmuş blok ya da Wattpad yıldızları yok. Benimkisi zamanın imtihanından geçmeyi başarmış, genç yaşta eser vermelerine rağmen kalıcı olabilmiş isimler.
Şimdi sorularıma kendimce bir cevap arayayım: Şiir söz bahis olduğunda, muhtemelen duyguların en coşkulu hâliyle hissedildiği gençlik yaşları, şiire başlamak için uygun bir dönemdir. Artık duyguların yerini aklın aldığı ilerlemiş yaşlarda da şiirin yerini düzyazının dingin derinliğinin alması olağandır. Herhâlde hikâye ve roman da yaşam birikimlerinin arttığı, kalem tecrübesinin kendi sesini yakaladığı orta yaşlardan itibaren yazılmaya daha müsait türlerdir. Demek ki otuzlu yaşların başı şiir için geç kalınmış bir dönemdir, roman içinse biraz erken sayılabilir. Tabii yetenekleriyle genelin dışına çıkıp küçük yaşlarda eserler vermiş ve kalıcı olabilmiş isimler vardır ki onlar çocuk yazar kabul edilir.
Niyetim Türk ve dünya edebiyatından çocuk harikalarına dair örnekler etrafında, yazarlık yaşı üzerine birtakım analizler yapıp tespitlerde bulunmak değil. Türk edebiyatının, kimi kaynaklara göre çocukluk yaşlarında eser vermiş iki ismine -Fehim ve Yusuf Neyyir- değinmek ve asıl bu isimlerden ikincisini -Yusuf Neyyir- kalemimin gücü yettiğince tanıtmaya çalışmak. Önce Fehim’e bakalım.
On yedinci yüzyıl şairlerinden olan Fehim, divan şiiri geleneğinde Sebk-i Hindî akımı olarak bilinen şiir anlayışına mensup şairlerdendir. On dokuzuncu yüzyılda yaşamış, Fehim’e hayranlığı nedeniyle de aynı mahlası kullanmış Süleyman Fehim Efendi’yle karıştırılmaması için de Fehim-i Kadim olarak anılır. Fehim hakkında elimizdeki bilgiler sınırlıdır. Mesleğinin unculuk ya da kurabiyecilik olduğu, bu yüzden ona Uncuzade denildiği o sınırlı bilgiler arasındadır. Kaynaklara göre doğum tarihi 1627’dir, yakın dostu Evliya Çelebi de onun henüz on yedi yaşındayken Divan’ını tertip ettiği bilgisini verir.
Şayet Evliya Çelebi’nin verdiği bilgi isabetliyse Fehim’i çocuk yazar saymamız gerekir. Oysa 1640’ta ölen Dördüncü Murat için yazdığı mersiye düşünüldüğünde doğum tarihinde bir yanılgı olduğu gerçeği ortaya çıkar. On üç yaşında bir çocuğun o seviyede bir şiir yazabileceğini düşünmek fazlasıyla zorlama bir iyimserlik olacaktır. Muhtemelen kaynaklarda geçen tarihten dokuz, on yıl önce doğmuştur. Gelelim ikinci ismimize yani Yusuf Neyyir’e...
Tanzimat Dönemi’nin ilk yıllarında eser vermiş bir isimdir Yusuf Neyyir. Maalesef ki Batı etkisinde gelişen Türk edebiyatının bu erken dönem temsilcisi, genç yaşta ölümünün ardından âdeta unutulmaya terk edilmiştir. Üstelik yazarın küçük oğlu Burhaneddin Tepsi, Türk tiyatrosu denilince akla gelebilecek ilk isimlerden biri olmasına, hâliyle bin dokuz yüz kırklara dek sahne sanatının içinde yer almasına rağmen.
Tarsuslu Mısrizade ailesine mensup olan Mısrizade Ali Efendi’nin oğludur Yusuf Neyyir. Kavalalı Mehmet Ali Paşa zamanında Tarsus’a yerleşmiş bir memur ailesi olan Mısrizadeler nispeten varlıklı bir eşraftır. Gerçi torunu Burhaneddin Tepsi, büyükbabasının İstanbul’da yaşadığı bilgisini verir, ancak çiftçilikle uğraşan Ali Efendi büyük ihtimal oğulları Yusuf Neyyir ve Tahir’in eğitim alabilmeleri için İstanbul’a taşınmıştır. Yusuf Neyyir, Mahrec-i Aklam-ı Şahane’de (memur yetiştirme amacıyla kurulmuş bir meslek okulu) okumuş ve özel Fransızca dersleri almıştır. Bu sayede de ileriki yıllarda Fransızcadan tercümeler yapacaktır.
Yusuf Neyyir, memuriyete atıldığı on yedi yaşından itibaren orta dereceli kalemlerde çalışacaktır. Modern dönem Türk edebiyatının geçiş eserlerinden olan Gülzar-ı Hayal kitabının başında yer alan takrizlerden birini de yazmış Müsameretname yazarı Emin Nihat Bey’le aynı kalemde memur olarak çalışmışlardır. Abdülmecid’in kahvecibaşısı Ali Bey’in kızı Ferhande Hanım’la evlenen Yusuf Neyyir’in Müşkat, Seyfeddin ve Burhaneddin adlarında üç çocuğu dünyaya gelmiştir. Büyük oğlu Seyfettin uzun yıllar Odesa, Bükreş, Washington, Petersburg, Marsilya, Roma ve Brüksel’de büyükelçilik yapmıştır.
Yusuf Neyyir’in yayınlanmış ilk kitabı Gülzar-ı Hayal’dir. İki ciltten oluşan kitabın ilk cildi 1872’de Ahmet Mithat’ın işlettiği Kırk Anbar Matbaası’nda basılmıştır. İkinci ciltse ilk ciltle birleştirilmiş olarak yine aynı matbaada 1876’da yayınlanmıştır. Klasik Doğu hikâyeciliği tarzında oluşturulmuş, kısmen çerçeve hikâyelerle genişlik kazandırılmış Gülzar-ı Hayal’i uzun hikâye saymak mümkündür. Yazarın henüz modern anlatım tekniklerine hâkim olmaması, böyle bir kitabı yazmaya da aslında yakın arkadaşı Emin Nihat’ın teşvikleri ile başlaması gibi nedenlerle Gülzar-ı Hayal, içinde birçok acemilikleri barındıran bir eserdir. Özellikle ilk cildi, dil yönüyle dönemine göre bile hayli ağırdır. İkinci ciltteyse belli ki gerek yazarlığının kısmen olgunlaşması gerekse aldığı telkinler sayesinde daha sade bir dil kullanmıştır.
Gülzar-ı Hayal’in konusu aşktır ve aşkı Doğu hikâyeciliğinde birçok kez işlenmiş biçimde ele alır. Yani hikâyenin sonunda sevenlerin kavuşmaması söz konusudur. Buna göre; anlatıcı can sıkıntısı içinde dolaşırken vefalı dostu onu cennet bahçelerini kıskandıracak bir yere götürür. Anlatıcımız orada önce bir kuşla insanların ve kuşların vefası üzerine konuşur, ardından mükellef bir sofra kurulur, edebiyat sohbeti yapılır. Koruya yaptıkları gezi sırasında iki sevgiliye rastlarlar, onların hazin hikâyelerini dinlerler. Anlatıcıyla vefalı dostu birbirlerine anlattıkları hikâyelerle kadınların mı yoksa erkeklerin mi vefalı olduğunu tartışırlar. Fakat anlatıcı bu sırada dostunun kalbini kırar ve ayrılırlar. Tebdil-i mekân düşüncesiyle bir Fransız vapuruna binip İstanbul’u terk eden anlatıcı, Silifke açıklarına geldiklerinde geminin arızalanması gibi birtakım sıkıntıların sonunda Halep’e varır. Oradaki arkadaşının yanında bir yıla yakın kalır. Bu arada İstanbul’a, vefalı dostuna mektuplar gönderir ancak ondan yanıt alamaz. Nihayet gelen yanıtla birlikte acı gerçeği öğrenir. Vefalı dostu çok hastadır, daha önce gönderdiği yanıtların ulaşmasını da art niyetli kişiler engellemiştir. İstanbul’a dönen anlatıcı, vefalı dostunun vefat ettiğini öğrenir.
Yusuf Neyyir’in 1873’te Tasvir-i Sebat adlı tiyatro eseri yayımlanır. Bu eser, ilk dönem Tanzimat tiyatrolarının çoğunda olduğu gibi evlilik konusunu işler. Eserde, birbirlerini severek evlenen ve birbirlerine karşılıklı sebat sözü veren genç bir çiftin başından geçenler anlatılır. Yusuf Neyyir, Tasvir-i Sebat’ın ön sözünde kendi sanat anlayışını da ifade eder. Yusuf Neyyir’e göre, yaşanmış olayların tiyatro aracılığıyla sahnede gösterilmesi, onu izleyen insanların benzer hatalara düşmesini engelleyecektir. Ayrıca Esrar-ı Aşk, Tedbirsizlik ve Sıdk-ı Canan adlı tiyatroların da Yusuf Neyyir’e ait olduğu düşünülse de bu eserleri onun yazdığına dair kesin bir bilgi yoktur. Tiyatrocu oğlu Burhaneddin Tepsi’nin de sadece Tasvir-i Sebat’ı zikretmesi, diğer eserlerin ona ait olmadığı kanaatini güçlendirir.
Yusuf Neyyir tercüme faaliyetleriyle de ilgilenmiştir. 1879’da Lamartine’in Graziella adlı romanını Türkçeye ilk kez o kazandırmıştır. Şimdi şu yukarıda sözünü ettiğim çocuk yazar meselesine yeniden dönebiliriz.
Yusuf Neyyir 1884 yılında ölmüştür. Burhaneddin Tepsi, babasının yirmi sekiz yaşında öldüğü bilgisini verir. Buna göre Yusuf Neyyir’in 1856 doğumlu olması gerekir. Tabii 1882 doğumlu Burhaneddin Tepsi’nin, babası öldüğünde kendisinin üç yaşında olduğunu söylemesi düşünüldüğünde, yazarın ölüm tarihi 1885’e, doğum tarihi de 1857’ye kayacaktır. Şayet bu bilgiler doğru kabul edilirse Yusuf Neyyir, ilk kitabını on beş ya da on altı yaşında yayımlatmış olacaktır. Bu da onu çocuk yazar saymamızı gerektirecektir. Oysa gerek Gülzar-ı Hayal’in dili gerekse Tasvir-i Sebat’ın dönemine göre başarılı sayılabilecek tekniği, bu eserleri on beş, on altı yaşlarında bir çocuğun yazamayacağını ortaya çıkarır. Onun da öncesinde Yusuf Neyyir, Başbakanlık Devlet Arşivleri’nde yer alan belgelerden anlaşıldığına göre memuriyete 1864 yılında başlamıştır. O dönemlerde, aralarında on yedi yaşındayken Tercüme Bürosu’nda çalışmaya başlamış Namık Kemal’in de olduğu birçok isim on altı, on yedi yaşlarında alt kademelerde memurluğa atanmıştır. Yedi, sekiz yaşlarında birisinin memuriyete başlaması zaten mümkün değildir.
İşin aslı şudur: Sicil kayıtları dikkate alındığında Yusuf Neyyir büyük ihtimal 1847’de doğmuştur. On yedi yaşındayken memur olmuş, yirmi beş yaşındayken Gülzar-ı Hayal’i yayımlatmıştır. Yani oğlu Burhaneddin Tepsi, babasının doğum tarihini yanlış bilmektedir. Babası öldüğünde henüz iki yaşında olması -kendisi üç yaşında olduğunu söylemesine rağmen- annesinin başka biriyle evlenmesi gibi nedenlerle babası hakkında sınırlı şeyler bilmesi de muhtemeldir.
Aslında acı olan Yusuf Neyyir’in doğum tarihinin yanlış bilinmesi değildir. Sonuçta ortadaki yanlış bilginin yanlışlığını tespit edip doğru bilgiye ulaşmak resmî belgelerden hareketle mümkündür. Asıl acı olan, kaç yaşında olursa olsun modern Türk edebiyatının bu öncü isminin unutulmaya terk edilmesidir. Hadi sonraki dönemlerin eleştirmenleri, gazetecileri, biyografi yazarları ve edebiyat tarihçileri; dilinin ağır olması, kurgudaki basit acemilikleri, kararlılık gösterememiş hikâyeciliği gibi nedenlerle Yusuf Neyyir’i tanıma imkânından yoksun kalmışlardır. Onu hatırlamamış olmalarının kendilerince haklı gerekçeleri vardır. Peki, döneminin yazarlarına, edebiyat tarihçilerine ne demeli?
Gülzar-ı Hayal’in başındaki takrizler dikkate alındığında, Yusuf Neyyir’in oldukça tanınan ve sevilen bir isim olduğu anlaşılır. Beş takrizden biri Emin Nihat’a, biri Recaizade Mahmut Ekrem’e, sonuncusu Ahmet Mithat Efendi’ye aittir. Burhaneddin Tepsi’nin hatıralarından anladığımıza göre de sanatçının özellikle Recaizade Mahmut Ekrem’le yakın dostluğu söz konusudur. Fakat bu isimler anlaşılmaz bir biçimde, ölümü sonrası Yusuf Neyyir hakkında hiçbir şey kaleme almamışlardır.
Ama önemli olan eser verebilmektir. İsimler unutulsa bile eserler kalıcı olmayı başaracaktır. Nitekim aradan geçen yaklaşık bir buçuk asra yakın bir zamandan sonra biz bugün Yusuf Neyyir ismini nihayet hatırlamışsak ve hakkında mütevazı da olsa bir yazı yazıyorsak bu onun eserleri sayesindedir.