Film Künyeleri:
Orijinal Adı: Baraka / Samsara
Tür: Belgesel
Yönetmen: Ron Fricke
Yıl: 1992 / 2011
Ülke: A.B.D
A
nlam oluşturma insanın ve insanlık tarihinin biricik uğraşıdır. Bu yazımızda yönetmenliğini Ron Fricke’nin yaptığı Baraka (1992) ve Samsara (2011) isimli iki belgeseli ele alacağız. Kurgusal bir metni ve oyuncusu bulunmayan bu belgeseller seyircinin muhayyilesine bırakılmıştır. Her ne kadar bu belgesel filmler “anlatımsız ve yorumsuz” olarak tanımlansa da bize göre anlatımı ve yorumu geniş bir çalışmadır.
Sinemanın en temel disiplini gösterme ve imadır. 1895 yılında ilk gösterime giren film Bir Trenin Ciotat Garına Gelişi’dir. Saniyelik çekimi olan bu filmde, sabit bir kamerayla bir trenin gara girişi çekilmiştir. Bu filmi izleyen seyirciler, bir trenin üzerlerine doğru geldiği yanılgısıyla korkup salonu terk etmişlerdi. Bu olay aslında “sanal ile gerçeklik” ilişkisi bağlamında çok önemlidir. Çünkü bu olayla sanalla karşılaşan bireyin tepkisi ölçülmüştür. 1895 yapımı film, bir milat teşkil eder. Sinema otoriteleri bu yapım üzerinden sinemanın ilkelerini belirlemeye çalışmışlardır. Nitekim film için görüntü ve hareketlilik en temel kavramdır. Zaten bu iki olgu varsa film veya sinema mümkündür. İşte Ron Fricke bu kavramları en üst düzeyde kullanarak bize sunum yapmıştır.
Bahsettiğimiz belgeseller, Dünya’nın jeolojik oluşumlarıyla başlar. Dünya yaşam formu kazandıkça insanlık yaşama dâhil olur. Bu insanlığın olgunlaşmasına denk gelir. Belgesellerde kıtalardaki yaşam biçimleri ya da inançlar eş zamanlı biçimde sunulmuştur. Seyirci bunları izledikçe hayatı ve yaşam biçimini sorgulamaya başlar. Dünya’nın oluşumu sürecinde ortaya çıkan yeryüzü şekilleri daha sonra insanların vücutlarında desene dönüşür. Bu durum insanın doğayla iç içe olduğu ve onunla birlikte olgunlaştığı anlamındadır. Bu doğanın taklidi aynı zamanda sanatsal anlayışın ilk basamağıdır.
Avcı topluluklardan sonra ev kurma hikâyesi başlar. Kenya’daki Mesai kabilesinin dinî ayinleri, başka kıtadaki Tiwi kabilesinin cenaze töreni, Hindistan’daki tapınaklar, pagan kültürü ve Nemrut Dağı gösterimleri kilometrelerce uzaklıktaki bu süreçler güçlü ve gizli bir iradenin sonucudur. Bu dinî seremoniler, insanlığın çağlar boyu inanmaktan vazgeçmediğini ve inanmaya muhtaç olduğunu gösterir.
Her iki belgeselde de yönetmen Güneş’in, Ay’ın, bulutların ve mevsimlerin ritmik döngülerini vererek çağların geçişini anlatmıştır. Bu görüntüler bize günümüze yaklaştığımızı ve bir sona doğru gittiğimizi anlatır. Bizi hem geçmişimizle hem de geleceğimizle yüzleştirir. Düşünüldüğünde bütün evren ve çağlar bir kameraya sığmıştır. Her ne kadar yazılı bir senaryo ya da kurgu olmasa da görsellerin kompozisyonu çok derin anlamlar içermektedir.
Modern zamanların en belirgin özelliği hız ve güç istencidir. Fabrikalar, seri üretimler ve uçaklar bunun bir imasıdır. Uçak, insanın yer çekimine baş kaldırısıdır. Uzayda olmak tabiata karşı aklın zaferidir. Bu akıl, insana refah ve konfor alanını açarken bilinçsizce yok etmeyi de beraberinde getirmiştir. Ekolojik denge bozulmuştur. Krizler oluşmaya başlamıştır. Bu krizler; savaş, yoksulluk, çevre felaketi ve enerji sorunlarıdır. Yeni yeni üretim biçimleri toplumsal sınıfları var etmiştir. Seri üretim, pazarlamayı ve parayı elinde tutan farklı bir kesimi doğurmuştur.
19. yüzyıl işçi ve işveren çatışmalarıyla geçer. İdeolojik yaklaşımlar ve sendikacılıkla işçi grupları kendilerini güvence altına almaya çalışır. Yerleşik düzenler de değişime uğramaya başlar. Nüfusların şehir merkezinde toplanması çarpık kentleşmeyi beraberinde getirir. Metropoller ve gökdelenler gecekondularla yan yana görülür. Bu durum mikro düzeyde fakir ve zengin kavramını verirken makro düzlemde ise gelişmiş ve gelişmemiş ülkeleri tanımlar.
Belgeselde Fordizmle başlayan seri üretimin gıdaya da sirayet ettiğini görürüz. Aşırı üretim aşırı tüketimi tetiklemiştir. Derler ki “İnsan yediklerinin ürünüdür.” GDO’lu tohumlar, ürünleri ve geleceği tehlike altına sokmuştur.
Bu belgesellerde verilen mesajlar, kendi perspektifimizden yeniden yorumlanarak şuurlanmamıza ve bilinçlenmemize zemin hazırlamıştır. Hiç ses olmamasına rağmen içimizin sesini aktif etmiş, kendimizi ve çağı sorgulama imkânı vermiştir. Baraka ve Samsara belgeseliyle yığınlarda yok olan insanın/insanlığın geçmişi, şimdisi ve geleceği konusu müşahede edilerek hayata bütüncül bakılması sağlanmıştır.