Modern dönemin en vahim talihsizliği ölçüleri kaybetmesidir. Ölçü yanlış olunca sonucun hatalı çıkması kaçınılmazdır. Yanlış terazi doğru sonuç vermeyecektir. Elbette teknolojiyle beraber maddeyi, fiziği ölçen araçlar gelişmiş, bilgisayarlar üzerinden ileri matematiksel işlemler daha kolay yapılabilir hâle gelmiştir. Ancak varoluşsal meselelerde ciddi bir savrulma ve kafa karışıklığı yaşandığı da açıktır. Yani fizik dünyanın ölçülerini geliştiren modern çağ, mana âleminin ölçülerini ıskalamıştır.
Mesela insan olmanın, yiğit, genç, güzel, karizmatik olmanın ve diğer popüler niteliklerin ölçüsü alabildiğine belirsizleşmiştir. Hâl böyle olunca bugün her platformdan insana dair cümleler yükselirken insani değerler derin bir yıpranmaya doğru sürüklenmektedir. Fizik ve teknolojinin en hassas ölçüleriyle geliştirilen devasa silahlar topyekûn insanlığın en büyük kâbusu hâline gelmektedir. Kendini ifade etme biçimi, sahip olunan maddi imkânlara, markalara, tüketim nesnelerine endekslenince insan eşyanın esiri olmaktadır. Özgür olmanın ölçüsü, canının her istediğini yapmak olarak algılanınca insan tanınmaz hâle gelmektedir. Güzelliğin ölçüsü fiziğe indirgenince “güzel” kavramına en büyük kötülük yapılmaktadır.
Oysa hiç kimse elinde ve iradesinde olmayan şeylerle değer ya da değersizlik elde edemez. Ailesini, ırkını, rengini, boyunu, doğduğu coğrafyayı seçmek hiç kimsenin elinde değildir. Dolayısıyla bunlar üzerinden bir değer skalası oluşturmak, üstünlük kurgulamak, cehalete saplanmanın yanında aynı zamanda büyük bir haksızlık ve zulümdür. Ama iyilik ya da kötülük yapmak, gönül almak ya da kalp kırmak, ıslah etmek ya da ifsat etmek, yalan konuşmak ya da doğru sözlü olmak gibi seçenekler insanın elinde ve iradesindedir. Dolayısıyla insan söz konusu tercihleriyle yani elinde ve iradesinde olan şeylerle değer ya da değersizlik elde eder.
Bu bağlamda insanlık ölçüsünün baraj çizgisi doğruluk ve dürüstlük erdemidir. Yani doğruluk erdemini kuşanmadan insan olma vasfına ulaşılamaz. Dürüstlük çizgisinin gerisinde kalanların insan olma yolculuğunu tamamlaması mümkün değildir. Zira güven, samimiyet, sadakat gibi değerler de doğruluk zemininde ortaya çıkar, var olur ve güçlenir. Doğruluk; özü ile sözü, kalbi ile aklı, niyeti ile davranışı uyumlu olmaktır. Yalandan, aldatmadan, riyadan, ikiyüzlülükten uzak kalmaktır. Huzurlu insan, neşeli aile, güvenli toplum olabilmenin yolu da doğruluk ahlakını güçlü tutmaktan geçmektedir.
Özü ile sözü, içi ile dışı farklı olmak münafıklığın işaretidir. Münafık, hayatı huzurlu kılan tüm değerleri altüst eden en olumsuz insan karakteridir. Peygamber Efendimizin hadislerinde tanıtılan münafık; konuştuğunda yalan söyler, söz verdiğinde sözünde durmaz, emanete ihanet eder.
Mümin kimliğinin en belirgin vasfı ise doğruluktur, güvenilir ve istikamet sahibi olmaktır. Müslümanların en güzel örneği olan Hz. Muhammed (s.a.s.) dürüstlüğünü, emin oluşunu, düşmanlarının bile ikrar ettiği bir peygamberdir.
İslam inancında Allah’a imandan sonra en temel ahlaki nitelik, doğruluktur. Nitekim Sevgili Peygamberimiz kendisine, “Ey Allah’ın elçisi, bana İslam’ı öyle anlat ki onu bir daha senden başkasına sorma ihtiyacı duymamayım.” diyen sahabiye, “Allah’a inandım, de sonra da dosdoğru ol.” buyurmuştur. Kur’an-ı Kerim’de ise, “Senin yanında hak yola dönenlerle birlikte, sana buyurulduğu gibi dosdoğru ol! Siz de azıp sapmayın. Allah, yaptıklarınızı çok iyi görmektedir.” buyrulur. Aynı şekilde “Rabbimiz Allah’tır deyip dosdoğru olanlara meleklerin dilinden müjdeler verilir.” denilir.
Doğruluk aynı zamanda bir peygamber sıfatıdır. Doğruluğu kuşananlar, hayata peygamber ahlakından esintiler taşırlar. Kılınan her namazın her rekâtında okunan Fatiha suresindeki “Bizi dosdoğru yola ilet.” ayeti müminlerin her zamanda ve her zeminde, hayatın her alanında doğruluk üzere yaşama idealini ve gayretini ifa eder.
Kabul edelim ki bugün iletişim çağında, dijital ortamların kamuflajlı köşelerinde dürüst kalmak daha zor ve önemli hâle gelmiştir. Sanal âlemin farklı şekil ve kimlikle dolaşmaya müsait kulvarları, yalanın tahrik edici tuzaklarıyla kuşatılmıştır. Maalesef dijital mecralar yalanların kurgulanması ve tedavüle sokulması, algı operasyonları ve manipülasyonlar için en müsait zemin olarak kullanılabilmektedir. Dolayısıyla doğruluk ve dürüstlük gibi erdemleri önemseyenler açısından medya takibi ve kullanımı çok daha büyük bir hassasiyet ve duyarlılık gerektirmektedir. Aksi hâlde bir yalanın peşinden sürüklenmek çok sıradan hâle gelecektir. Dahası bir yalanı paylaşarak yayılmasına katkıda bulunmak gibi telafisi neredeyse imkânsız bir vebalin ve günahın içine düşmek an meselesi olacaktır. Peygamber Efendimizin asırlar öncesinden “Her duyduğunu söylemesi kişiye günah olarak yeter.” sözüyle yaptığı uyarı bu çağın en hassas meselesi hâline gelmiştir.