Günümüzde daha çok öykü sözcüğüyle karşılanan hikâye, insanlık tarihi kadar eski bir türdür. Eskidir zira insanın olduğu yerde bir şekilde eylem gerçekleşecektir, hikâyenin bel kemiği de olaya dayanır. Hatta Kur’an-ı Kerim’de ilk insanın yaratılışına dair anlatılanlar düşünüldüğü zaman, henüz bu dünyaya gelmeden önce bile insanın bir hikâyesinin olduğu fark edilir: Allah’ın meleklere insanı yaratacağını haber vermesi, meleklerin itiraz edişi, Allah’ın “Şüphe yok ki ben sizin bilmediklerinizi bilirim!” buyuruşu, Hazreti Âdem’in yaratılışı, kibri yüzünden itaat etmeyen şeytanın kovuluşu ve ardından ilk günah... Hepsi ilk ve asıl hikâyeye götürür okuru.
Tabii salt olaydan ibaret anlatıların, edebî bir tür olan hikâye formuna dönüştürülmesi daha yakın dönemlerde gerçekleşir. Türk edebiyatının özgün örneği Dede Korkut Hikâyeleri’nde de görüleceği üzere tür, aşağı yukarı on birinci yüzyıldan itibaren destan ve masaldan ayrılıp kendi yolunu tutmaya başlar. Nihayet on dokuzuncu yüzyılda, adına olay öykücülüğü denilen başlı başına bir tarza dönüşür. Anton Çehov’la birlikteyse durum öykücülüğü ortaya çıkar.
Söze durum öyküsü ifadesi dâhil olmuşsa lise yıllarına dönmemek ne mümkün, değil mi? Evet, lise yıllarından aşina olduğumuz bilgilerden birisi de Türk edebiyatında durum öykücülüğünün ilk temsilcisinin Memduh Şevket Esendal olduğudur. Âdeta “Olay öykücülüğünün en önemli temsilcisi Ömer Seyfettin, durum öykücülüğünün ilk temsilcisi Memduh Şevket Esendal’dır.” cümlesi kalıp bir ifade gibi hafızamızda yer eder. Oysa kalıp ve kuru ifadeler, gerçek edebiyat bilincinin ve okuma sevgisinin uzağındadır. Olması gereken, eserle doğrudan temas kurmaktır; hiç olmazsa sanatçıyı kısa ve kalıp bilgilerin dışında tanımaya çalışmaktır. Şu hâlde bu yazıda amacımız, Memduh Şevket Esendal ismini sınırlı da olsa kalıp ifadelerin dışında hatırlamak ve dikkatleri bu öncü kalemin şahsiyetine çekmek olsun.
Memduh Şevket Esendal 1883’te Çorlu’da dünyaya gelir. Babası Şevket Bey varlıklı bir çiftçidir. Annesiyse Emine Şadiye Hanım’dır. Aile, Balkan Savaşları nedeniyle çiftliklerini bırakıp İstanbul’a taşınacak, savaş sonrası yeniden Çorlu’ya dönecektir. Dönem şartları yüzünden de Memduh Şevket düzenli eğitim alma fırsatından mahrum kalacaktır. Yine de kendini geliştirmekten geri kalmayacak; Arapça, Farsça ve Fransızcayı kendi gayretleriyle öğrenecektir.
Babasının ölümü, savaşın yıkıcı etkisiyle mal varlıklarını kaybetmeleri gibi nedenler, Memduh Şevket Esendal’ın omuzlarına büyük bir sorumluluk yükler. O artık çalışıp ailenin geçimini sağlamak zorundadır. 1907’de memuriyete başlar, bir yıl sonra da dayısının kızı Ayşe Faide Hanım’la evlenir. Çiftin Mehmet, Ahmet ve Emine adında üç çocukları dünyaya gelecektir.
Aynı zamanda İttihat ve Terakki üyeliği bulunan Memduh Şevket Esendal, teşkilatın verdiği görevler sırasında Anadolu’yu tanıma olanağı bulur. 1915’te Teşkilat-ı Mahsusa’nın Ankara temsilcisi olur. 1918’de İstanbul işgal edilip İngilizler peşine düşünce bir süre İtalya’ya kaçmak zorunda kalır. 1920’de Millî Mücadele’ye katılmak için Ankara’ya geçer. Burada devletin kuruluş sürecine bizzat dâhil olup önemli görevler üstlenir. Ki Türkiye’yi yurt dışında temsil eden ilk isim olması bile başlı başına bir başarı hikâyesidir.
1921’de, Türkiye’nin ilk yurt dışı temsilciliği olan Bakü’ye elçi olarak gönderilir. Büyükelçilik açılmadan önceki hazırlıkların yapılmasını amaçlayan bu tür görevlere orta elçilik denilir. Hâliyle Memduh Şevket Esendal, Türkiye’nin ilk orta elçisidir. Bakü’de özellikle Birinci Dünya Savaşı’nda esir düşmüş Türklerin Anadolu’ya dönebilmeleri için çaba sarf etmiştir. 1924’te yurda dönen Memduh Şevket Esendal, çeşitli kurumlarda coğrafya öğretmenliği yapar, arkadaşlarıyla birlikte Meslek adında haftalık siyasi bir dergi çıkarır. 1925’te Tahran elçisi olarak atanır, 1930 yılına kadar da bu görevi sürdürür. 1931-1933 arası Elazığ milletvekili olarak görev yapar fakat 1933’te Kabil büyükelçiliğine atanınca milletvekilliğinden istifa etmek zorunda kalır. 1941’de Kabil’deki görevinden ayrılır ve hayatını kaybeden Salih Bozok’un yerine Bilecik milletvekili olarak yeniden Meclis’e girer. 1945’ten sonraysa sadece edebiyatla ilgilenir. 16 Mayıs 1952’de beyin kanamasından hayatını kaybeden Memduh Şevket Esendal’ın mezarı, Ankara Cebeci Asri Mezarlığı’ndadır.
Çağının birçok ismi gibi Memduh Şevket Esendal’ın da oldukça hareketli bir hayatı olmuştur. Peş peşe gelen savaşlar, yıkılan imparatorluk, Anadolu’nun işgali, yeni devletin kuruluşu gibi kısa bir zaman dilimine sığmış onca büyük hadise, dönemin sanatçılarını eylem insanı olmaya itmiştir. Memduh Şevket Esendal da edebiyatla, 1923-1926 ve 1945-1952 arası ciddi olarak ilgilenebilme olanağı bulmuştur. Fakat etkin bir biçimde bürokrasinin ve siyasetin içinde bulunduğu dönemlerde de edebiyatla ilgilenmeye çalışmıştır. Siyasi kimliğiyle yazarlığının ayrı değerlendirilmesini isteyen sanatçı, dönemin çeşitli gazete ve dergilerinde yayımlanan hikâyelerinde M.Ş.E, Mustafa Memduh, Mustafa Yalınkat, M. Oğulcuk, İstemenoğlu gibi takma isimler kullanmıştır. Hatta yakın arkadaşlarından birçoğu, yayımlanmış hikâyelerinin olduğunu Memduh Şevket Esendal siyaseti bıraktıktan sonra öğrenmişlerdir.
Yayımlanan ilk öyküsü 1908’de Tanin gazetesinde çıkan “Veysel Çavuş” tur. Hemen peşinden çeşitli yayın organlarında peş peşe hikâyeleri yayımlansa da bu ilk kalem tecrübelerinin neşri uzun sürmez ve 1924’e dek bir suskunluk dönemine girer. Aslında o suskunluk döneminde de yazmayı sürdürmüş fakat memleket meselelerini daha çok önemsediğinden, yazdığı metinleri yayımlamamıştır. Ünlü romanı Ayaşlı ve Kiracıları’ysa 1934’te M.Ş.E. müstearıyla yayımlanmıştır. Otlakçı, Mendil Altında, Hava Parası gibi hikâye kitapları yanında, Vassaf Bey ve Miras adlarında romanları vardır.
Onun, Türk edebiyatındaki ayırt edici özelliklerinden başlıcası, edebiyatımıza anlık hikâyeyi yani durum öykücülüğünü kazandırmasıdır. Geleneksel hikâyede olay, neden sonuç ilişkisine dayalıdır. Memduh Şevket Esendal’ın hikâyeciliğinde ise uzun soluklu bir olayın öncesi yahut sonrası yerine doğrudan bir ânın aktarımı söz konusudur.
İçerdiği sürprizlerle okuru çarpan ve günlük hayatta ancak istisna örneklerle karşımıza çıkabilecek olayları konu edinen hikâyeye olay hikâyesi denilir. Durum hikâyesi ise daha insanidir ve hayatın içinden, öylesi anlarda karşılaşabileceğimiz olayları anlatır. Olay unsurunun insanileşmesiyle birlikte de işin içine düşünceler, anlık duygulanımlar, izlenimler girer. Öykünün okuru asıl yakaladığı yer de sıradan bir olayın insanda uyandırdığı bu düşünceler, duygulanımlar, izlenimlerdir.
Tabii durum öykücüğü için bu söylediklerim, Anton Çehov veya Memduh Şevket Esendal gibi bu tarzın öncü isimlerinin öykü anlayışıyla ilgilidir. Zira bireyci yaklaşım ve modernist anlayışın tesiriyle durum öyküsü değişir. Olayın büyük oranda geri planda kaldığı, hayatın içinden bir âna ait duygu ve düşüncelerin metnin ana unsuru olduğu bu yeni anlayışın Memduh Şevket Esendal hikâyeciliğiyle birlikte düşünülmesi zordur. Zira onda, neden sonuç çizgisine uymamakla birlikte okuru şaşırtan, hüzünlendiren, güldüren bir olayın aktarımı baskındır.
Memduh Şevket Esendal öyküleri gücünü sadeliğinden alır. O, metni gereksiz ayrıntılarla asıl anlatılmak istenenden uzaklaştırmaz. Telgraf tekniği de denilen bu anlatma yönteminde amaç, az sözle gerekli olanı anlatmaktır. Uzayıp giden cümleler, kelime oyunlarıyla okuru şaşırtmayı ve etkilemeyi amaçlama, metni şiirsel bir üslupla bezeme gibi dil özellikleri Memduh Şevket Esendal’ın sanat anlayışıyla uyuşmaz.
Sadeliği dışında bir diğer önemli özelliği, olay kurmadaki becerisidir. Sağlam bir gözlemin eşliğinde gündelik hayatın içinden olayları, kendine özgü dikkatlerle aktarır. İşlediği konularda hüzünle mizah çoğunlukla iç içedir. O, ilk bakışta oldukça sıradan görünebilecek bir olaydan büyük bir hikâye çıkarabilir. Anlattığı insanlar da hemen her yerde karşımıza çıkabilecek çalışkan, evine ve işine bağlı insanlardır. Göz boyama derdindeki başka yazarlardan sade üslubuyla ayrılması gibi; okurun ilgisini çekebilecek aykırı, toplumun uzağında, marjinal yani sıra dışı özelliklere sahip kişiler yerine sıradan insan anlatması da takdire şayandır. Onun ilgi alanına giren insanlar da zengin bir çeşitliliğe sahiptir. Çorlu köylülerini de şehir insanlarını da memurları da esnafları da hikâyelerinde konu edinir.
Hikâyelerindeki sadelik şahsiyet özelliklerinde de görülür. Teşkilat-ı Mahsusa üyeliğinden yurt dışı protokol görevlerine, devrinin önemli şahsiyetlerinden birisi olmasına rağmen oldukça mütevazı bir kişiliğe sahiptir. Eserlerini takma isimlerle yayımlamış olması bile belki de ondaki tevazuun açık göstergesidir. Ama o, bizim bugün onun asıl gücü olarak kabul ettiğimiz yönlerini de bir alçak gönüllülük halesiyle geçiştirir. Hikâyelerindeki sadeliği, duruluğu öne çıkararak övünmek yerine “Efendim, o benim marifetsizliğimden. Edebiyatı bilmediğimden. Bilsem, öyle düpedüz yazar mıyım hiç?” demesi, hikâyeleri gibi şahsiyetinin de gücünü sadeliğinden aldığı anlamına gelir.
Maalesef bu büyük dil ustası hak ettiği değeri hiçbir zaman görememiştir. Her ne kadar lise eğitiminden geçmiş hemen herkesin onun ismine bir aşinalığı bulunsa da eserleri, okuruna yeterince ulaşamamıştır. Oysa okura bilgiçlik taslama derdinde olmayan Memduh Şevket Esendal’ın eserleri, okur-eser buluşmasında hem dil hem de içerik yönüyle hiçbir nazlanma emaresi göstermeyecek metinlerdir.
Gün gelir, nitelikli edebiyatın kıymeti elbette anlaşılır. İşte, Memduh Şevket Esendal da hâlâ hak ettiği yeri bulamamış, gününün gelmesini bekleyen yazarlardandır.