“İnsanın gençken yarım kalan şiiri çok azdır. Yaş aldıkça yarım kalan şiirleriniz artar.”
MUSTAFA AKAR
Hayat ve ölüm birbirlerinden farklı iki şey değil, aynı şeyin iki farklı yüzüdür. Birbirini doğuran yahut birbirini mümkün kılan; aynı gerçeğin, yaşamın iki farklı yüzü. Her yaşayan ölüme yürür, her ölüm orada bir yaşamın var olduğunu fısıldar. Ölümü düşündüğü kadar başka hiçbir şeye kafa yormadığını söyleyen Montaigne, “Dünyaya geldiğimiz gün bir yandan yaşamaya bir yandan ölmeye başlarız.” diye açıklar bunu. Hayat ölümü, ölüm hayatı içerir her ân. Ölüm her yerde ve yaşamın her ânındadır; insan, her ân yaşamakta ve her ân ölmekte olan varlıktır. Diğer yaşayan ve ölen bütün varlıkların aksine, yalnızca insan bunu öğrenmeye vâkıftır. Ölmeyi öğrenmek insan için aslında yaşamayı öğrenmektir bu yüzden. Yaşamayı öğrenmek bir bakıma hem ölecekmiş gibi hem de hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamanın bilincine varmaktır.
Mustafa Akar şiirleri kendi ifadesiyle ölümü hatırlattığı kadar yaşamı da unutturmamaya çabalayan şiirler. Bu yüzden onun şiirlerini okumak aynı şeyin iki farklı yüzü olan hayatı ve ölümü el ele yürürken seyretmek gibidir biraz. Ölen bir kişinin son bakışıyla bakmak dünyaya, yaşamanın büyük bir şaka olduğunu anlamak ve yaşamın sonuna gelmiş gibi yaşamak her günü. Mustafa Akar şiirleri okumak şevkle ısırılan elmanın tadında bile az sonra öleceğini anımsamaktır. Çünkü fazlasıyla oradadır hayat ve “Fazlasıyla oradadır ölüm/Fazlasıyla oradadır”.
Biyografik arka plana gereksinim duymadan şiirlerinizden, hayatınızın izlerini takip etmek yaşam öykünüze dair çıkarımlar yapmak mümkün. Bir şiirinizde yazgıyı zorlamak adına şiir yazdığınızdan bahsediyorsunuz örneğin. En başa dönersek, şiir yolculuğunuz böyle bir histen hareketle mi başladı?
Tam olarak bahsettiğiniz gibi bir histen dolayı başlamadı ama şunu çok net olarak söyleyebilirim ki şiir, edebî sanatlar içinde yazarının hayatını doğrudan yansıtan tek sanattır. Öyküde ya da romanda her hâlükârda kurgulanmış bir gerçeklik karşınıza çıkar. Bazı hatırat metinlerinde bile görürsünüz, hatırlanamayan yerleri zaman doldurur. Bazen de insan belleği bazı hatıralara karşı gaddar davranır. Oysa şiir, yalnızca şairinin hayatıyla ilgilidir. Bilemiyorum, belki de bu yüzden, şairden hep bir kahramanlık yapmasını bekleriz. Şairce davranmak, şair gibi konuşmak denen bir eylem biçimi vardır. Şairin hayatı şiire dâhil diyen şair çok haklı sanırım.
Neden bilmiyorum ama şiirin ve şairliğin, şiir dünyanızda acıyla iç içe olduğu ya da birbirlerinin doğal sonucu oldukları gibi bir hisse kapıldım. Bir acının en kıymetli vakti olarak şiir, o da geldi buldu beni… Kafayı duvara vurmak düşüncesiyle şiir yazmak/ arasında bir fark/ Gerçekten yok değil mi Furkan?.. Denge ve şiir aynı kalpte barınmaz Fuat… Neden şiir yazmak ile kafayı duvara vurmak arasında fark yoktur? Neden denge ve şiir aynı kalpte barınmaz?
Ben bu konuda biraz farklı düşünüyorum. Şiirin ilgilendiği alanların bizdeki alanlarla benzerliği dolayısıyla her okuyan şiirde bazı anlamları kollar. Nasıl ki bir rüyanın tek bir tabiri yoksa şiirin de tek bir anlamı yoktur. Bunu şiir sanatını çok çok yüceltmek için söylemiyorum. Güzel bir resim için de söyleyebiliriz bunu. Öte yandan benim mutlu şiirlerim de vardır. Sanırım yazdıklarında “acılı” yanları ortaya çıkarmak da bir şair numarası. Okuru şiirde tutmanın, asıl söyleyeceği yere onu ulaştırmanın bir tür oyunu olsa gerek.
George Santayana; şiir, maddi gerçeklik karşısında kullanışsız ve tamamen unutulma tehlikesiyle karşı karşıya kalan geçmiş yaşantımızın bu aşamasını bize tekrar hatırlatarak ve kutsayarak hizmet etmektedir, der ve bir anlamda şaire “hafıza muhafızlığı” görevi yükler. Sizin de “Hatırlamak sanatıdır şiir, diyorum” şeklinde onun bu görüşünü destekleyen ifadeleriniz var. Peki, herkesin unuttuğu, şairin hatırlattığı şeyler nelerdir? İyi ve güçlü şiir ne yapar?
İyi ve güçlü şiir bize bir yaramızın olduğunu hatırlatır ve o yaranın tedavisi için hangi yolları izlememiz gerektiği konusunda bir zihin açıklığı sağlar.
“Peşrev”, büyük oranda poetikanızı içeren bir şiir. Ve o şiirde dolaysız, gerçekçi, net, saf, annelerin de anlayabildiği süssüz, bilge, ekmek gibi su gibi edebiyatsız şiirler yazmak istediğinizden bahsediyorsunuz. Peki, edebiyatsız şiir mümkün müdür? Ya da bu ifadeden ne anlamalıyız?
Her kitabımda böylesi şiirler var. Bu metinler bir anlamda bulundukları kitabın giriş şiiridir. Aynı zamanda da evet şiir görüşüme dair bazı ayrıntılar içeriyorlar. Ben şiiri giderek daha saf ve dolaysız yazmak niyetindeyim. Bu noktaya ulaşmak da hiç öyle zannedildiği kadar kolay değil. İnsanın gençken yarım kalan şiiri çok azdır. Yaş aldıkça yarım kalan şiirleriniz artar. Sanırım yaş aldıkça edebiyattan kurtulmak istiyoruz şiirde.
Şiirlerinizde hayat hep ölümün koluna girmiş, ölümün elleri hayatın saçlarını okşuyor her ân. Hayat ve ölüm metaforlarından hangisi sizin için acı hangisi teselli ihtiva ediyor emin olmak mümkün değil. Bu konuda bir şey söylemek ister misiniz?