Felsefenin En Uzun Macerası Kozmosa Dair Tutarlı Sistemler Üzerine

Aisopos isimli bir filozof kitapları arasına gömülmüşken odasına aniden biri girer. Filozofu oldukça tedirgin eden ve kapıyı çalmayan bu beklenmedik misafir şöyle der: “Günler boyunca böyle yapayalnız nasıl oturabiliyorsun?” Aisopos alay kokan bu soruya “Ben yalnız falan değilim, ama sen içeriye girdiğin ândan itibaren ne kadar yalnız olduğumu anladım.” şeklinde karşılık verir. Filozofun cevabında gizlediği şey şudur aslında: Düşünürlerin kitaplarını okumak, bir nevi onlarla sohbet etmektir ya da hep dediğimiz gibi onlarla yolda/ş olmaktır. Ebu Yusuf Yakup b. İshak el-Kindi’nin felsefeden tıbba, matematikten astronomiye, ilahiyattan siyasete, psikolojiden diyalektiğe, astrolojiden kehanete ve optikten kimyaya kadar yirmi ayrı dalda eser verdiğini, sayıları iki yüz yetmiş yediyi bulan bir külliyat oluşturduğunu düşünürsek onun yalnız kalmaya hiç fırsatı olmadığını anlarız. Rönesans dönemi İtalyan filozofu Gerolamo Cardano’nun Kindi’yi “Orta Çağ’ın dünyaca ünlü on iki kişisi”nden biri olarak görmesi boşuna değildir.

Orta Çağ’da yüzleşilen en önemli sorunlardan biri evren tasavvurudur yani evrenin yaratılması ve/ya oluşumu. Avrupa’da Thales’ten itibaren kozmos (evren) hakkında düşünülür ve evrenin ilk maddesinin ne olduğu üzerine birçok farklı fikir ileri sürülür. Özellikle Sokrates öncesi filozoflar, “kozmos”un ilk maddesi ve oluş sorunu üzerinde dururlar. Modern felsefenin de bu hususları antinomi/çatışkı bağlamında müzakere ettiğini görünce, evrenin nasıl işlediği ve nereden geldiği konularının aslında insanlık tarihinin en uzun süreli ve en büyük macerası olduğu söylenebilir.

Orta Çağ’ın en ünlülerinden Kindi, felsefeyi “her gerçeğin sebebi olan İlk Hakk’ın ilmi” şeklinde tarif eder ve insanın gücü ölçüsünde varlığın hakikatini bilmeye çalışması gerektiğini söyler. O, kendine özel yöntemlerle tutarlı bir evren tasavvuru sunar. Bunda o dönemde yapılan tercüme hareketlerinin de büyük katkısı vardır.

Miladi yedinci yüzyılda tarihe müdahale eden İslamiyet, kısa bir süre içinde kendine özgü bir medeniyet oluşturur. O dönemin fethedilen önemli düşünce ve kültür merkezleri Şam, Halep, Antakya, İskenderiye, Harran, Urfa, Kuzey Afrika, Pencap, Sind bu medeniyetin oluşumunda etkin rol oynar. Buralar, fikrî bir birikime mekânlık etmenin ötesinde Müslümanların devlet ve medeniyet oluşturmada yüz yüze geldiği önemli sorunların çözümüne önemli katkılar sağlar.

İslam düşüncesinin erken döneminde Proklos’un De Aeternitate Mundi adlı eseri Hücecu Proklus fi Kıdemi’l-Âlem ismiyle İshak b. Huneyn tarafından Arapçaya çevrilir. Patristik felsefenin önde gelenlerinden Yahya en-Nahvi, bu esere karşı âlemin ezelî olmadığını savunan bir risale kaleme alır. İlkinden Farabi ve İbni Sina; ikincisinden ise Gazali ve Ebu’l-Berakat el-Bağdadi gibi İslam âlimleri kendi fikrî konumlarını pekiştirmek için istifade ederler.

“Âlem”in mahiyeti yani yaratılıp yaratılmadığı meselesi, İslam düşüncesine Yunan düşüncesinden yapılan tercümelerle girmiş önemli bir meseledir. Âlem terim olarak Allah’ın dışındaki her şey anlamına gelir. Âlemin kıdemi ve yoktan yaratılması felsefi seviyede bir “mihenk taşı” işlevi görür. “Evren yaratılmıştır ve sürekli evrene müdahale eden bir Tanrı vardır.” diyene teist, bunu tutarlı bulmayana ateist, “muharrik-i evvel”i (ilk hareket ettiren) kabul eden ancak “Evrene daha sonra bir müdahalesi yoktur.” diyene deist, bu sorularla ilgilenmeyen veya bunların birbirlerine karşı cevaplarına dair görüş belirtmeyen daha doğrusu “Bu meseleler bilinemez.” diyene de agnostik denilir.

İslam düşüncesinde âlemin yaratılmış olduğuna dair birçok delil vardır. Ancak “vacibu’l-vücud” yani “var olmak için bir başka nedene sahip olmayan varlık” tanımını kabul etmeyen kişiye karşı nasıl bir tutum içinde olunacaktır?

Sistemler, ilk önermelerden hareketle kurulur ve/ya ilk önermelerin tutarsızlığının gösterilmesiyle çökertilir. Bu bağlamda siz “Tanrı, var olması için bir başka varlığa ihtiyaç duymayan zorunlu varlıktır.” dedikten sonra Tanrı’nın dışındaki her şeyi âlem/evren olarak nitelendirirsiniz. Tanrı vardır, birdir, ezelîdir, ebedîdir, yaratıcıdır önermelerinin hepsi mümin için bir aksiyomdur, yani doğruluğu akıl tarafından zorunlu ve vasıtasız bir şekilde tasdik edilendir. Peki, evrenin yaratılmış olduğu tezini, ne Tanrı’yı ne de yaratma kavramlarını kabul etmeyen bir muhataba nasıl kanıtlarız ve sistemimizin ilk öncülünün tutarlılığını nasıl gösterebiliriz?

İşte tam bu noktada Kindi bize yol göstermektedir. Özel hayatı hakkında birkaç not dışında fazla bir bilgi yoktur ama o, bilimsel eserleriyle, dönemindeki Hristiyan kelamcılarla yaptığı müzakerelerle, her ilim dalında kullanılan yöntemin farklı olması gerektiği, aksi takdirde kullanılan yöntemden dolayı yanlış sonuçlar üretilebileceği riskine ilk işaret eden düşünürlerden olmasıyla önemli bir isimdir.

Kindi’nin Kozmos Sorununa Katkısı: Yöntem