Bir Hürriyet Meselesi

Kâmil Bey, yıllarca Avrupa’da yaşar. Yurda dönmek için ortalığın düzelmesini boş yere beklediğini anlayınca neyi varsa satar savar ve Madrid’den bindiği şileple İstanbul’a gelir. Ancak geldiği İstanbul eski İstanbul değildir. İmparatorluk, yukarıda Sarıkamış’ta “bismillah” demeye fırsat bulamadan koca bir orduyu kaybederken aşağıda Kut’ül Amare’de İngilizleri bozguna uğratıp generaller esir alıp dört küçük Balkan devletine utanılacak bir kolaylıkla yenilirken, Çanakkale Boğazı’nı yedi düvelin en korkunç silahlarına karşı aslanlar gibi savunur. Ne çare ki savaş sürer Çanakkale savunusu bile kötü gidişatı değiştiremez, Cihan Harbi ağır bir hezimetle neticelenir. Şimdi Kâmil Bey’i böyle savaş yorgunu, kirli bir camın gerisindeymiş gibi silik, yenik bir şehir karşılamaktadır. Üstelik Boğaz’ı dolduran yabancı zırhlılar, şehri nazik elleriyle esir alan İngilizler de cabası!

Kemal Tahir, “esir şehir üçlemesi” adıyla bilinen Esir Şehrin İnsanları, Esir Şehrin Mahpusu ve Yol Ayrımı’nda Birinci Dünya Savaşı’nın sonundan Serbest Fırka’nın kapatılmasına kadar geçen ve etkisini bugünlere kadar devam ettiren tarihin en kritik yıllarını romanlaştırır. Ana karakter Kâmil Bey etrafında büyüyen bu üçleme aslında dağılışın ve bir daha eskisi gibi toparlanamayışın hikâyesidir.

Paşa oğlu Kâmil Bey, o güne kadar hiçbir maddi sıkıntı çekmemiş, rahat içinde yaşamış, halktan kopuk bir Osmanlı burjuvasıdır. Ancak o diğer burjuvalar gibi kendi geleceğini değil sokaklarında yabancı askerlerin gezindiği, esir milletinin geleceğini düşünür. Bir gün eski okul arkadaşlarıyla karşılaşması, içinde bulunduğu şaşkınlık ve endişe hâlini dağıtır. Onlarla birlikte Kuvayımilliye’yi destekleyen yayınlar yapmak, küçük de olsa “bir işe yarama” duygusuyla iyi gelir ona. -Ancak o, Esir Şehrin Mahpusu’nda “bir işe yarama”nın da ötesine geçecektir.- Kemal Tahir, burada Kâmil Bey üzerinden aydınları eleştirir, yargılar dahası mahkûm eder. Bununla beraber “Üzerine devrilip imparatorluğu biz aydınlar mı ezdik yoksa imparatorluk üzerimize devrilip bizi mi ezdi?” cümleleriyle onlara günah çıkarma fırsatı da sunar. Halka güvenmeyi hiçbir zaman denememiş hatta bir halkın varlığından bile haberleri olmamış bu yılgın aydınlar yenilgiyi değişmez bir kader sayarlar. Kâmil Bey, ne zaman onlarla konuşsa ya da aralarında bulunup konuşmalarını dinlese Anadolu’da çarpışanları hatırlayarak bu iflas etmiş kibirli adamlara karşı büyük bir acıma duyar.

Kemal Tahir’e göre dağılışın ve bir daha eskisi gibi toparlanamayışın görmezden gelinen sebebi budur aslında; halka güvenmemek, halka kulak vermemek! Bu durum 19. yüzyılın başlarında Tanzimat ve Meşrutiyet’le birlikte başlar. Tanzimat’ın da Meşrutiyet’in de başarılı olamayışının en büyük nedeni inkılapları uygulayanların halkı tam olarak tanımaması, onların ihtiyaçlarını görememesidir. Meşrutiyet hürriyeti getirir, evet! Ancak o, memlekete değil hürriyeti savaşarak elinden aldıklarımıza teslim edilir. Esir Şehrin İnsanları’ndaki Nedime Hanım tam da bu sebeple “İstanbul’daki Hürriyet Bayramı’nı düşündükçe ağlayasım geliyor.” der.

Yazarımız hürriyet meselesini üçlemenin son kitabı Yol Ayrımı’nda da tartışmaya devam eder. Artık Milli Mücade’lenin çetin günleri geride kalmış, Kâmil Bey “millici abi” lakabıyla kenara çekilmiştir. Şimdi sahnede, gözünü zafere açan ikinci neslin çocukları ve Cumhuriyet vardır. Olaylar Serbest Fırka’nın açılması ve ardından çok kısa bir zaman sonra kapatılması etrafında döner. “Kapatılacaktı madem neden açıldı?”nın ötesinde asıl göze batan şey halkın partiye umulmayacak derecede ilgi göstermesidir. Hürriyet geldiği hâlde Anadolu insanının çoğunluğu “Hürriyet isteriz.” diyerek “selbesci” olur. Serbest Fırka’nın kendisi bile şaşırır bu duruma. Oysa Takrir-i Sükûn’u, İstiklal Mahkemelerini görmüş bir halka inkılapları mal edememe durumu vardır ortada. İnsanlar artık “nezlenin bile Batılısı”nı duymaktan yorgundur! Burada Tarık Buğra’nın Yağmurdan Sonrası’nı hatırlamamak mümkün değil. İki romanda da Serbest Fırka’nın açılması hiçbir işe yaramaz, halk bir kör dövüşünün ortasında debelendiğiyle kalır. Anadolu adamının tükenmez gücünü yansıtan Selim Nuri gibilerin kurban verilmesi de cabası!