Sen de Gitme…

Vicdan Hareketi Gökçe Kız’a…

Bir damlaydım, sır denizinde yok oldum.

Şimdi artık o damlayı bulmam imkânsız

Feridüddin Attar

Artık gördüğüm rüyalara sığınıyorum.

Bu kızın iflah olacağı yok biliyorum. Ben hep terk edilişler yaşadım. Hep ayrılıklar yaşadım. Kaybetmekten korktum.

Beni terk edip gittiğinde arkasından ağlayamadım, gözyaşım içime aktı. İki yavrumu da bağrıma bastım. Geceleri saçlarını okşarken onlara ninniler söyledim. Hem söyledim hem ağladım. Şehrin kalabalığında öylece kalakaldım. Kimsem yoktu. Akrabalar, eş dost çok uzaklarda. Şimdi düşünüyorum da anlayamadığım bir güç verdi Rabbim bana. Başka bir gönle giden babaydı, eşti ama işte yabancı olmuştu bize. Bir kira geliri, durduğumuz bu küçük ev. Sığınıp kaldık Üsküdar’ın yıllanmış evlerinden birisine. Üç camımız da kapalı bir bahçeye bakıyor. Tam mutfak camının önünde erik ağacı biraz ileride portakal ağacı, sarmaşıklar, yerli yersiz biten otlar, bakımlı bir bahçe değil… Ama rahatlıyoruz işte camdan bakarken. Yaz geldiği zaman nemli, bungun havalarda bu dar balkona atıyoruz kendimizi. Cam kenarlarına ne varsa doldurdum; ıtırlar, akşamsefası, camgüzeli, balkon korkuluğunu saran hanımeli, kırmızı, pembe, beyaz sardunyalar, pembe, mor begonviller…

Akşam ezanlarına doğru turuncudan koyu kızıla dönen bir sis bulutu iniyor karşıdaki kadim camilerin kubbelerine, kalem kalem minarelerine, işte o zaman bir hüzün çöküyor içime… Çocuklarla kapıda onu karşıladığımız, aile olduğumuz zamanlar; ellerinden ekmekleri aldığım, terden sırılsıklam olmuş gömleğini çıkartarak ayaklarına terlikleri verdiğim zamanlar geliyor aklıma. Sonra ne oldu bilmiyorum. Birden oldu… Kazanmaya başladı. Kazandı kaybettik, kazandı bizi terk etti.

Ben hep terk edilişleri yaşadım… Ama umudumu kesmedim, duamı eksiltmedim. Üsküdar’ın yanık ezanlarına tutundum. Ara ara Aziz Mahmut Hüdai Hazretleri’ne uzanan o dik yokuşun arıtan, salah ve esenlik veren huzur kuşanmış merdivenlerinde dualar ettim. Yüreğim daraldığında yardımlara koştum. İşte o zaman gönlümün genişlediğini verdikçe arındığımı, verdikçe içime dolan sonsuz huzuru ve neşeyi keşfettim. Evlatlarım da yoklukta ve varlıkta vermeyi benden mi gördüler? Hele Sultan, küçük yaşından beri verip durdu. Hep paylaştı. Anladık o zaman, yoklukta vermek en değerli olanmış. Darlanmadık hiç. Kurban olduğum Rabbim bizi daraltmadı.

Ahmet okumadı, o kadar istedim okutamadım onu. Çırak oldu önce, iyi de bir usta buldu kendine. Öyle de yiğit öyle de güzel bir adama rastladı ki baba oldu Ahmet’ime Celal Usta. Anladım o zaman… Kabul olmuş dua sıcaklığında sardı, kuşattı Celal Usta Ahmet’imi. Baba sıcaklığında sevdi, gitmiş babasının yokluğunu hiç belli etmedi. Sonra evlendirdi mahalleden, temiz, güzel bir kızcağızla. İyiydi dünürlerim, bizim hâlimize anlayış gösterdiler. Hiçbir şeycik istemediler. Yine de biz Sultan’ımla bulup buluşturup evlendirdik Ahmet’imi. Hele ki Celal Usta’nın babacanlığı olmasa altından kalkamazdık. Böyle işte, bazen hayatın nasıl geçtiğini anlamazsınız. Bazen bir su berraklığında bazen de bizim köyün Deli Çay’ı gibi çılgınca akıp gider…

Kıvır kıvır, beline kadar uzanan saçlarını tarayamazdım. Taraklar takılırdı. Ben de parmaklarımı geçirirdim o zaman su gibi akardı saçları ellerimde. Örerdim saçlarını kızımın. Dualar ederdim içli, derin; saçları gibi kara bahtı olmasın, ışıyan tertemiz yüzü, gözlerinin akı gibi aydınlık bahtı olsun diye dualar ederdim Uzaklara gitti hep Sultan. O uzaklardaki, Afrika’daki yetimlerin yüzlerini güldürmeye. Gitme kızım, etme, garip başınla kalırsın oralarda, kimimiz kimsemiz yok dedim. Ama işte onda bir iyilik damarı vardı ki kimse engel olamıyordu. Engel olamadım. Geceler boyu ağladım, yalvardım engel olamadım. Giderdi, günlerce uyku girmezdi gözlerime. Bana resimler atardı sonra kıvır kıvır saçlı, kapkara, incecik çocuklara sarılmış, onların içinde yüzü ay gibi parlardı. Ben beklerdim çaresiz. Ne zaman ki o rüyaları görmeye başladım, ben de bıraktım artık gitme demeyi. Gitsin gari, yetimi yoksulu gözetsin. Kolay değil elbet veren el olmak. Geçen hoca “Vermek sarp yokuşa tırmanmaktır.” diyordu. Herkese nasip olmaz. Ondandır aşımız ekmeğimiz eksilmez. Ondandır terk edilmiş, ihanete uğramış böyle çarnaçar bırakılıp gidilen olmuşuz ama evimizdeki bel bereket, huzur kimseciklerin evinde yoktur. Guzum git, sen git derim. Sultan’ıma sarılırım sımsıkı, incecik bedenini sarıp kucaklarım. Sonra onu Allah’ıma emanet edip yollarım uzaklara, çok uzaklara…