Tüm Akdeniz, heykeller, palmiyeler, altın kolyeler,
sakallı kahramanlar, fikirler, gemiler,
ay ışığı, kanatlı gorgonlar, bronz adamlar, filozoflar,
hepsi dişlerin arasındaki kara zeytinin
acı, sert tadından çıkmış gibi.
Soğuk su kadar eski bir tattan.
Lawrence Durrell / Prospero’nun Hücresi
Zeytin ağacı, tarihin kalbinde durur, kitabın ortasından konuşur, kökünden başlayarak uzun uzun anlatır başına gelecekleri sana. Yorgun bir asalet sallanır dallarında, yapraklarına doldurduğu rüzgârlarıyla bir serinlik bahşeder dünyaya. İnsanlığa uzattığı yaşlı ellerinde barışı simgeleyen izlerin hülasası. Ne kadar yok saysan, baltalarınla sınasan da hatta varlığını fark etmediğinde dahi, toprağın üstünde kadim bir bilge gibi sessizce izler olup bitenleri. Akdeniz efsanelerinde “ölmez ağacı” derler adına, ne kimseye aittir ne de toprağa esir.
Bütün ağaçların ilki. İlk yoldaşı insanoğlunun. Elini toprağa uzattığı o ilk günden beri, sırrını söyleyerek ölümsüzlüğe, ehlileşmeye hazır dallarından ikram ettiği meyvesiyle toprağı aşarak sonsuzluğa ulaşacaktır. Öyleyse mevsimsiz yemyeşil yapraklarında, medeniyetleri dirilten acı meyvesinde ve güneşin ilk ışıklarını emdiği gövdesinde yabanıl bir türkünün melodilerini taşıyarak yaşar zeytin ağacı. Bu sesler, şarkılar, melodiler duyulacaktır zaten zeytinliklerden. Yüzyılların korosu, zeytun’un bitmez şarkısı. Zeytine bir öykü bahşedilmiştir, “kurucu ağaç” olmasının ya da çekirdeğinden yakıt, yağından sabun, yaprağından çay, kabuğundan ilaç, dalından barış yapılmasının ötesinde bir öyküdür bu. Tüm kutsal kitaplarda anlatılmış, insan’ın kulağına fısıldanmıştır.
Yalnızca iyi ve dürüst insanların zeytin toplamalarına izin veren Romalıların, zeytinliklere ayak basma şartı olan iyilik ve dürüstlük çizgisinden, ölmez ağaç Vivax Olivia’nın gövdesindeki kıdemli çizgilere değin ulaşan uzun bir hikâyenin tam ortasındayız. Şifa, sağlık ve ışık saçarak hayatın kendisini simgeleyen o bilgelik ve barış ağacının adı yazılıdır toprakta; yani bütün ağaçların ilki, zeytin. Altın sarısı yağından, kahvaltıya eşlik eden meyvesinden, kandillere verdiği ışıktan, onur simgesi çelenginden ve insanlıkla yaşıt hikâyesinden tanıdığımız “ömürlü” dost.
Hz. Âdem’in ağzından yeşeren ve kök salan üç tohumdan biri, Hz. Nuh’un gemisinden havalanan beyaz güvercinin gagasındaki elçi, Lorca’nın zeytinyağı kalpli melekleri, Sina Dağı’na cennetten düşen ve sevgilinin bin yıllık gözleri, oil, eleia, olivia, zeytun. Yaşlı bir zeytin ağacının altında oturup uzaklara bakarken bunları düşünüyorum. Gövdesindeki biçimsiz ahengi seyrederken elimle sıktığım acı meyvesinden sızan yağın damağıma bıraktığı tuhaf lezzetin mucizevi yolculuğunu düşlüyorum. Yüzlerce yıllık zeytinliklerin dilinde gürül gürül çağıldayan bir hikâyeye dalıp üç bin yaşında bir zeytin ağacının anlatacaklarına yaslıyorum kulağımı. İnsan bu hâl’i bilip tanıyacaksa eğer, sırrı ona ayan olur. Zeytin ağaçlarını seyreden herkes buna inanır.
Zeytun Masalı
Uçsuz bucaksız bir arazinin ortasında, tek başına, yaşını kimselerin bilmediği o kocaman zeytin ağacının, ellerin kavuşamadığı devasa gövdesinden taşan söylencesi. Bu fotoğrafa iyi bak. Birbirine benzemeyen ama “bir” arada, zeytinlik adındaki bereketli ormanda “var yılı ile yok yılı” arasında bin yıl yaşayan ağaçların sana söyleyecekleri var. Dehşetli bir orman yangınında kömür karasına boyanıp yok olan zeytin ağacının, kısa sürede verdiği sürgünlerle bittiği yerden yeniden başlamasını, yani öldüğü yerden doğmasını “anlayacak” kadar yaşadık bu dünyada.
Kudüs ile Batı Şeria’yı ayıran İsrail yapısı Ayrım Duvarı’nın inşası sırasında yerinden sökülmekten son anda kurtarılsa da kökleri büyük zarar gören, özgür Filistin’in sembolü 5.500 yaşındaki o yaşlı zeytin ağacı. Hatırlar mısın? Her seferinde köklerine doğru saldırıp her seferinde yerinden etmek istiyorlar onu. Çünkü o ağaç yaşadıkça, yerli yerinde durdukça, Filistin var olacak. Köksüzleştirmeye başladıkları yani köklerine saldırdıkları yer, manevi bir tapu gibi bütün görkemiyle nam saldığı toprakların en eski sahibi olduğunu söyleyen yaşlı zeytin ağaçlarının kalbi. Bunun bir anlamı var. Ama zeytin ağacı, düşmanlarını tanıyarak büyür ve her seferinde dostlarının elinden şifa bulur.
O hâlde İlyada Destanı’nda yaşlı bir zeytin ağacının Homeros’un kulağına eğilip sessizce fısıldadığıdır: “Ben herkese aitim ve kimseye ait değilim, sen gelmeden önce buradaydım, sen gittikten sonra da burada olacağım.”