Kendinden Pay Biç

Farklı olmaya çalışmanın sıradanlaştığı zamanlardayız. Ne yapmak istediğini bilmek ya da yapılması gereken şeyin farkında olmak önemli değil. Önemli olan aynı olmamak. Ne istiyorsan yap ama farklı olsun; aman kendin olma. Ekranlardan ve aslında gözlerin ulaşabileceği her yerden fışkıran reklamlarla, ince bir titizlik ve istikrarla işlenen mesajların amacı bu olabilir mi? Farklı ol, farklı olduğunu göster, böyle yaparsan özenilecek biri olursun, anlaştık değil mi? Havalı mankenler aracılığıyla sürekli hatırda tutulmak istenen de yoksa bu mu? Başka türlü depolarını dolduran ürünleri nasıl satabilir dev markalar? Geniş arazilere kurulan fabrikalarda sürekli üretim yapılmayacaksa ne diye kurulmuş ne diye onca masraf yapılmış olsun değil mi? İyisi mi bir alma üç al. Şimdi git, yarın yine al.

Kanaat zor mesele doğrusu. İndirimler, AVM’ler, yeme içme yerleri, sahip olmak şahane. Dolaplar kıyafetlere, kıyafetler sahiplerine yetmiyor. Yetmesin. Yok mu yenisi, alınır. Kaldı ki aynı kıyafeti giymek bu kadar zorken aynı kelimelerle konuşmanın eskiliği daha az rahatsız edici. Ortalama üç yüz, dört yüz kelimeyle de gül gibi yaşanılır doğrusu. İnsan onları evirip çevirip değiştirerek pekâlâ kullanabilir. Ama tabii yine de içe sinmeyen şeyler olabilir, biraz kurcalamak en iyisi. Aslında yenilik istemiyor değiliz. Ama yenilik de çeşit çeşit. Yetiş yetişebilirsen. Ne bileyim yeni fikirler mesela, açıkçası onlara çoğu zaman pek de ihtiyaç kalmıyor. Eldekilerden kim ölmüş ki? Eğri oturalım doğru konuşalım; yeniliği dışarıya gösterebileceksek söz gelimi giyebilecek, takabilecek, fotoğraflayabileceksek seviyor ve benimsiyoruz. İyi bir imaj oluşturabilmek, varlığımızla yer edinebilmek ve kabul görebilmek için bu son derece elzem. Üstelik ilk izlenim için de oldukça belirleyici. Neticede insanlar sizin iç dengenizi ne şekilde sağladığınıza ya da bütünsel bir tutarlılık arz edip etmediğinize bakmıyor. Pratik olmak günü kurtarır.

Kitleselliğe mahkûm olmanın zorlama değişikliklerle aşılabileceğine bizi kim inandırmışsa gelsin bu durumu o çözsün. Çünkü geldiğimiz noktada şekle takılmaktan öteye geçemiyoruz. Lütfen artık birileri çıksın ve bir şeylerin hâlihazırdaki gibi olmayabileceğini söylesin. Mümkünse ikna etsin, şüphelerimizi bizden eksiltsin. Öyle şeyler duyuyoruz ki normal olan şeyler bunların yanında farklı kalabiliyor. Kendimizi sınırlandırmak pahasına marjinal duvarlarımızı biz böyle mi inşa ettik? Daha fazla aykırılık daha fazla özgürlük. Vadedilen şey bu mu? Özgürlüğün parıltısı kimin gözünü kamıştırmaz ki? Eh malum bencillik de artık özgürlükten sayıldı. Keyif sahibi olmayan kalmasın. Yapılıp edilenleri pervasızca kendinde hak görme bununla mı başladı dersiniz?

Günler bu kadar da olmazlara yenisini eklemekle geçiyorken giderek daha az şaşırıyoruz aşırıklıklara. Aşırılıklar aşırı bir hazzı; hızlı, acısız ve de süreksiz önümüze seriyor. Dinginlikten uzaklaşıyoruz. Büyük ama yersiz şeylerde tatmin arıyoruz. Müziğin sesini daha çok açarsak daha çok eğleniriz sanıyoruz. Etrafımızı veya kendimizi duymak bir yana giderek uzaklaşıyoruz akıştan. Günler eğlence aramakla, bulamayınca yorulmakla geçiyor. Sosyalliği para harcarken tükettik. Yine de gürültülü kafelerde bağıra çağıra hayatı konuşmaya devam ediyoruz. Kimsenin bilmediği, gitmediği, yapmadığı ne varsa, tamam işte, onlara merak saldık. Herkesin yapabileceği şeyleri banal olmakla yaftaladık. Galiba herkes olmaktan korktuk. Bireyselliğimize halel gelsin istemedik. Basit şeylerle meşgul olmayı unuttuk. Basitliğin cazibesini fark edemedik. Onun uzlaştırıcı yönünü kimselerden dinleyemedik. Azı, özle halledemedik.

Olağanüstü bir hayat için olağanüstü girizgâhlar hazırladık. Sonunda en kötü ihtimal, ortalama olandan daha çok tercih edilir oldu. Ne diyorduk; yeter ki normal olmasın.

21. yüzyılın belki de en büyük sorunlarından birisi insanın kendi olamaması. Aileler, içinde bulunulan çevre, bitmesi yıllar alan okullar... Hepsi bize sürekli birileri gibi olup birileri gibi davranmamızı telkin ediyor. Bunlarla birlikte toplumun -yer yer üzerinde tartışmalar yaşansa da- olmamızı beklediği ideal bir kişi var. Haricî yaklaşımlar itibar görmüyor. Belli formlar içerisinde kalmamız sıkı sıkı tembihleniyor. Kimse kendimiz gibi olmamızı desteklemiyor. Kendimiz nasıl olunur bilmiyoruz, bilmemek işimize geliyor. Oradan buradan çekip çıkarttığımız kendilikler arasında dönüp duruyoruz. Geçişler aslı unutturuyor. Fazladan bir çabaya yeltenmiyoruz. Durup da bulunduğumuz yeri işaretleyemiyoruz. Tembele çıkıyor adımız, uyuşukluk sayılıyor tavrımız. Bu, kötü. Daha kötüleri de var. Mesela insanın üzerine geçirilmiş kılıflar arasında yine de kendi olduğunu sanması; içinde bulunduğu grubun, devrin, akımın dönüştürücü etkisinden habersiz olması. Kanaatlerimiz var; fikirlerimiz, çıkarımlarımız, kabullerimiz. Hepsi bizim sanıyoruz, hepsine tek başına kendimiz ulaşmışcasına. Korkularımız, rüyalarımız, coşkularımız, katıksız sanıyoruz. Kendimizi kendimizden olmayan ne çok şey sanıyoruz. Yazık yine de yaşıyoruz!