İçimde çürümüş şeylerden bir sepet
koşsam dizlerim yorulur
koşmasam ölümlüyüm.
Hasan Bozdaş
Soğuk
Gökyüzü ilk kez bu kadar bulanık ve hıncını benden almaya çalışıyor. Nefes diye içime çektiğim havayı da günlerce beklemiş bayat bir ekmeğin sertliğiyle saplıyor göğsüme. Yutkununca boğazımdan geçmemesi için bir hayli emek sarf etmiş gibi. Oysa alacaklı olan o değil, benim. Odamın karanlığına beni hapsettiği her günden.
İnsanın böyle bir yerde iyileşmesi nasıl beklenir? Duvarlarından soğuk bir nefes üfleniyor enseme. Her bölümü aynı, her yer fazla nizami. Asker düzeni. Bordo fonun üzerine altın sarısı ile yazılmış yazılar. Çürük yumurta kokusu geliyor burnuma onlara baktıkça. Hele şu duvarlar! Burayı komple yıksalar, bu basık tavanlı odaları, eski demir kapıları, gri ve soğuk duvarları, yine de o ruhu buradan silip atamazlarmış gibi. Çürük bir zihniyetin kokusunu yok etmeye kimin gücü yetebilir?
Akşamüstü
Annemi hatırlıyorum yine bir akşamüstü. Beni ilk görmeye geldiğinde de akşamüstüydü. Odaya girdiğinde önce iki eliyle sıkı sıkı tuttuğu çantası, sonra siyahını bir bir yitirmiş olan saçları göründü. Eşarbı boynunda işlevinden habersiz, bir düğüm düşmesini engellesin diye atılmışken üstelik, annemin gözlerinin benim için gülmesini bekleyemezdim ama gülüyordu. “Yavrum benim, iyi olacaksın.” diyordu. Eli yüzüme her değdiğinde acılarım geçiyordu. Sancılarımın yerini, yüzümden kalbime doğru akan bir sıcaklık alıyordu.
Keşke seni daha çok görebilsem anne. Bu somyada değil de senin dizinde iyileşmeyi beklesem. Ne kadar aciz olduğumu görüyor musun? Kim bilir ne çok sevinmiştin ben ilk adımlarımı atarken ve sana ilk kez anne dediğimi duyarken. Şimdi narkozun tesiri altında, üstelik sayıkladığım tek isim senin isminken ama bu kez adım dahi atamıyorken, hüznün de sevincin kadar büyük mü? Bu dünya senin ahlarına şahit olmasın isterdim. Sizin verdiğiniz ilaçlar benim ne işime yarar söyleyin? Benim kalbim hiç attı mı daha önce böyle, annemi görmüş gibi?
Çürük
Askere gitmeden önce çürük raporu verilenlerden değilim. Ben sonradan çürüdüm. Önce bacağım, sonra aklım, sonra tüm düşünceler ve sonra… Sonrası bura işte. Onlar bacağımı kurtarmaya çalışıyordu en son, ben ruhumu. Kangren olan hangisi bana sorsunlar. Şarapnel parçası beni en az bacağımdan edebilir, en fazla yaşamımdan. Ama gördüklerim, yaşadıklarım, ölümüne şahit olduğum ruhlar, normalleştirilen düşünceler ve meşrulaştırılan davranışlar, gücü gücü yetene dünyasında gücü hiç eline alamamış olanlar. Benim tahribatım tüm bunların ortak eseri. Bir bacağım olmadan yaşayabilirim burada ama özgürlüğüm elimden alınmışken taburcu olsam bile nasıl, hem nereye kadar?
Annem de gelmiyor artık. Dört hafta oldu. İlk gelen hemşireye rica edip aratacağım.
Tekerlekli Sandalye
Ân itibarıyla üç aydır buradayım. Dün ilk kez odam değişti. Burası yeni boşalmış, ondan. Az kullanılmış bir oda. Az yaşanılmış, çok ölünmüş içinde. Şimdi bir eksiğiz burada. Aynı zamanda bir fazla. Yanı başımda duran tekerlekli sandalye yeni geldi. Bir demir yığını, birbirine kaynatılmış ve deri kumaşı yer yer yırtılmış dikişlerinden. Bilerek mi koymuşlar bunu yanıma hâlden anlasın diye? İlk kez camdan dışarı bakma ihtiyacı hissediyorum çünkü yanımdakini görmek ızdırap veriyor. Pencereye uzanıp açmak, tentürdiyot kokusunun tıkadığı genzime bu kez ben bir parça nefes saplamak istiyorum ama izin vermiyorlar. Kolu sökmüşler. Olur da sevinmeyelim diye aşağı bakarken düşmek yasak. Neyse ki artık manzaram var. Askerler ve insanlar. Gri bir gökyüzü ve rengini çaldığı duvarlar. Bir kadın, anneme benziyor, genç ve zayıf bir oğlanın yanına oturmuş dizini sıvazlıyor. Onu gördükçe benim dizime bir sancı giriyor.
Haber
Yemeğimi getiren hasta bakıcı başka bir ihtiyacım olup olmadığını soruyor. “Yok.” diyorum. “Teşekkür ederim.” Çıkıyor odadan ve hemen arkasından hemşire giriyor. Başımdaki serumla ilgilenir gibi yapıyor ama anlıyorum, yemeğim bitsin diye bekliyor. Ağzımı silip elimle tepsiyi itiyorum.
Çok bir şey yememişsiniz, hâlsiz düşeceksiniz.
Canım istemiyor sağ olun.
Size bir haber vermem gerek.
Dinliyorum.
Hastane yönetimi iletmemi istedi. Anneniz sabaha karşı beş sularında vefat etmiş, başınız sağ olsun.
Gözümün karardığını hatırlıyorum. İnsanın annesinin ölümü, bir başkasının ağzında ne de kolay cümle oluyor.
Gece
Acılar gece çözülür diyor şair. İrinler gece akar, sancılar gece başlar ızdırap nöbetine. Bağırıyorum ve çığlıklarım işliyor bu soğuk duvarlara. Yıllar sonra bir refakatçi beklerken hastasının başında, kafasını duvara dayadığında ardından sesimi duyacak kadar işliyor. Sonra narkoz ve uyutuyorlar. Artık düşünemem ve konuşamam. Düşünmemeli ve konuşmamalıyım. Tehlikeli olabilir ağzımdan çıkanlar. Kötülüklerini yüzlerine vurabilir buradakilerin. Gerçi kötülük, onların cenazelerinde çalan bir marş şimdi.
Dua