Bulutlar her gün bize bir masalın mizansenini sunarlar. Bir gün sergilenen masal bir daha görünmez gökyüzünde. Gök hayatı yansılar, yaşanan bir kez yaşanır. Arkası yarın bir dizi değil. Onlarca kez tekrarlanan, tutan bir gösteri değil. Her bulut kümesinin DNA’sı o güne özel dizilir. Su, her gün başka yollardan, başka şekillerde yükselir gökyüzüne, farklı duygu notalarında yoğunlaşır. Bulutun mayasını göğe kim çalar?
Kişioğlu zahmet eder de bakarsa o ân gökyüzünün, masalın o bölümünü sadece kendisi için resmettiğini fark eder. Ağzından ateşler saçan, devasa kuyruklu ejderha seni korkutur beni güldürür bu masalda. Boğum boğum uzayan tombul tırtılın onu izleyen bulutta kozaya, sonrakinde kelebeğe dönüştüğünü sen görürsün, ben tırtılın bir boğumundan diğerine geçerken takılır yeryüzüne düşerim. Tekrar başımı kaldırmam, masalın çağrısına yeniden kulak vermem belki günler belki aylar alır. Bulutlar boşluğa anlatır ben boşluğa dalarım.
Bazı günler buluta kesilir gök, melekler elleriyle çekiştire çekiştire bir parça maviyi aradan salarlar. Bazı günlerse pürüzsüz gökçenin üstünde yanaklara sürülen allıktır tozsu beyaz silüetler. İlkinde ağaçların, geyiklerin, aslanların, koyunların, balıkların, insanların doğurması gibi doğurur gök. Bebekler, yavrular, kuzular, larvalar, likenler, bakteriler birbirine karışır hikâyede. Bulutlar üst üste alt alta göğe nasıl sığacaklarını bilemezler. İkincisinde ağaçlar, geyikler, aslanlar, balıklar, insanlar, larvalar, balık yumurtaları ölür, ölümün ağır bastığı günler su susar, yukarı yoğunlaşacak mecali bulamaz kendinde. Gök masalsız kalır, çıplaklığı bazılarına büyülü gelir bazılarına dokunaklı.
Dünya, bulutların alfabesiyle yazılan bir masaldan ibaret, yaratılalı beri. İnsanlığın hikâyesinin kaydı, dökümü onlarda saklı. Yaşanan her ân, o ânın duygusu, bilgisi nefesle yükselir gökyüzüne, bir bulutun içinde yer edinir. İnsan kayıttan hoşlanmaz. Attığı adımı, ellerinin işlediğini boğazından, dilinden çıkan sözleri bir tek kendi bilsin ister. Zaten belki kendi bile bilmez ne eyler, nereye gider, ne söyler. Düşüncesini kelimelerine saklayandan ne beklenir? Kelimelerini yazıya gizleyenden. Kitapların kaydı bulutlarınkinin yanında boşluğa sakız çiğnemektir.
İşte şimdi, başını kaldır ve bak, kocaman bir bulutun, geçmişinden kaçan adamın üzerine nasıl çullandığını görebilirsin. Adam kaçtıkça buluttan hafızası sanki onu içinde eritmek istercesine peşi sıra geliyor. Hâlbuki kendiyle barışıkların gölgeliğidir bulut; her gün zevkle coşkuyla tatlı tatlı bıraktığı nefesi, denize atılmış bir ağ gibi çeker, toparlar yukarı. Varsa nefese takılan birkaç hüzün, keder, yılgınlık parçasını silkeler, o ılık nefesleri bir hamur gibi yoğurur, açar, gökyüzü dantelinin bir motifi olur asılır maviliğe. Gördüğün o sevimli pofidik bulutlar, ânı yaşayabilenlerin gökyüzü elince çekilen fotoğraflarıdır.
Bak görüyor musun, bize yakın duran köpek balığı büyük füme bulutun önünden giden beyaz küçük bulut parçalarını? Balık ağzını açmış, bulutlar hareket ettikçe diğer parçaları yiyor. Bu da geleceğe kafayı takanların hâli olsa gerek. Yarın tarafından yutulma korkusu bulut masalında köpek balığına dönüşmüş. Şimdiyi yiyen devasa kül rengi bulutlar... Geçmişi de geleceği de bıraksak ve ân yağmur yağmur büyülese bizi. Şimdinin efsununa bıraksak nefesimizi.
Şurada bambaşka bir gösteri var, büyük bir çarpı işareti gibi birbirine dolanmış semazen bulutlar, dünya döndükçe çarpının kolları birbirinden ayrılıyor. Bulut seyrelip diğer bulutlara karışıyor. Karmaşık gibi görünen olaylar yükseldikçe inceliyor, dağılıyor, denklem çözülüyor. Nefeslerimiz bir bütün, senin nefesin bana, benimki sana, onunki bize karışıyor, benim yaptığım hepimizin eylediklerine ulanıyor. Karmaşanın altı üstü basitlik, yüksel sen de bulutla birlikte, hercümercin dağılışını izle.
Şu günlerde bulutlar su dolu bir bardağın içindeki buz parçaları gibi eriyorlar. Yüksek dağların üzerinde kaymaklı dondurmadan bulutlar, şıpır şıpır üzerimize damlıyorlar. Damladıkları yerleri yakıcı bir sıcaklık sarıyor. Denizler kirlendi, denizler ısındı, buzullar eridi bulutlar da bu sebepten eriyor deniyor. Bazıları ise erimiyor ki yağmur yağıyor diyor. Yağmur masalların can suyu, eriyen bulutlar masalların ebedî silgisi.
Bize yeryüzünde sunulan sürenin sonuna geliyoruz. İnsanın hikâyesi sönmeye yüz tuttu, göğe yükselemiyor. İnsan kendi hikâyesini sonlandırırken denizden, gökyüzünden, dağdan, ormandan geriye bir iz kalmasın istiyor. Kalırsa ahiret gününde şahitlik edebilirler, ne de olsa bulutlar biliyor insanın günahını, sevabını.
Bir güvercin gökyüzüne süzülüyor, yükseliyor yükseliyor bulut girdabı masalına kapılıyor, döne döne gözden yitiyor.
Bulutlar geçerken gözyaşları çimende kalıyor.