Kendini bilen, özelliklerinin farkında olan insanlar uygun ortamı bulurlar veya uygun ortam oluştururlar.
Unutmayalım, bilgi paylaştıkça azalmaz aksine çoğalır. Bir fikir başka fikirlerin kıvılcımını taşır. Bu nedenle zamana ve mekâna sahip çıkmak gerekir.
Çevrenin insan üzerinde bir etkisi var mıdır yok mudur? Özellikle münazaralar için iyi bir sorudur bu. Herkesin elinde bol miktarda delil vardır bu alanda. İnsan yalıtılmış bir hâlde yaşayamadığına göre çevrenin elbette bir etkisi olacaktır. Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim atasözü çevresel faktörleri açıklamak için kullanılır. Arkadaş çevresi kötü olan birinin iyi kalmasının mümkün olmayacağı vurgulanır ya da tam tersi, arkadaş ortamı iyi olan birinin de iyi olarak kalacağı söylenir. Bunların tersi de mümkündür, hiçbir konuda genelleme yapılamaz. Ancak burada vurgulamak istediğim husus ortamın oluşmasıdır.
Ortam, yani atmosfer insanı daima etkisi altına alır. Bilhassa başarı ve dehanın ortaya çıkmasında ortamın etkisi çok fazladır. Toplumsal enerji grubun bütün üyelerine sirayet ederek onları da vasatın üzerine çeker. Birlikten doğan kuvvet bireyi yükseltir. Bunun ilk örneklerini Antik Yunan’da görürüz. Sokrates, Platon, Aristo, Herodot, Sophokles gibi pek çok isim aynı çağda aynı şehirde yaşamışlardır. Onları bugüne taşıyan, dehalarını ortaya çıkaran şeyin uygun ortamın oluşması olduğunu söyleyebiliriz. Benzer birçok örnek vardır konu ile ilgili. Floransa mesela; 1400’lü yıllarda Michelangelo, Leonardo da Vinci, Donatello gibi ressamların Floransa’dan çıkması tesadüf müdür? Elbette hayır. David Banks “Aşırı Deha Problemi” başlıklı araştırmasında “Dehanın zaman ve mekân bakımından dağılımı rastgele değildir. Aksine, sıkı, bir bölgeye ait kümelerde toplanmışlardır.” der. Acaba neden?
Kahramanmaraş dediğimizde aklımıza gelen ilk şey (dondurma hariç) nedir? Yazarlar ve şairler değil mi? Hatta “yedi güzel adam” olarak tanıdığımız çok kıymetli yazarlar ve şairler Maraş’tan çıkmışlardır. Sadece onlar değil, birçok şair ve yazar çıkmıştır Maraş’tan. Bu bir tesadüf müdür, yoksa bir sebebi var mıdır? Maraş, geçmişinden aldığı mirası hâlen yaşatmaktadır. Şehirde dergiler çıkmakta, kültür sanat faaliyetleri bütün canlılığıyla devam etmektedir. Jonah Lehrer’in Hayal Gücü-Yaratıcılığın Sırrı Nedir? isimli kitabında William Shakespeare’i anlattığı bir bölüm var. Orada Shakespeare’in bir yazar olarak doğuşunu ele alıyor. Kitaptan öğrendiğimize göre 1580’lerin Londra’sında inanılmaz tiyatro faaliyetleri yapılmaktadır. Londralıların üçte biri ayda bir kez tiyatroya gitmektedir. Haftada altı farklı oyun oynanmaktadır. Oyunların oynanabilmesi için senaryo lazımdır. Bunun için çalışan, her gün senaryo yazan bir sürü insan vardır. Shakespeare 1580’lerin ortalarında, yirmi yaşında, böyle bir ortama gelmiştir. Onu yazar olarak doğuran şehirde zaten birçok yazar vardır ve birbirleriyle yarış hâlindedirler. Shakespeare’i öne çıkaran unsur yaşadığı zaman ve mekândı. Kendini geliştirebileceği bir ortam bulmuştu. Yazarlar kıymet görüyor, genç yazarların ise deneyim kazanması için imkânlar sunuluyordu. Böyle bir atmosferden önemli, tanınmış, başarılı birinin çıkması mucize olmasa gerek. Çünkü ortam zaten buna müsait.
1960’ların İstanbul’u da böyle bir dönemdir. Gerek öykü gerek şiirde bugün beğenerek okuduğumuz isimlerin çoğu o zamanın yansımasıdır. İkinci Yeni olarak bilinen şairlerin oluşturduğu topluluk, edebiyatın dinamosu olmuştur âdeta. Sezai Karakoç ile Cemal Süreya sınıf arkadaşıdırlar mesela. Garip’in üç önemli ismi de birbirlerini liseden beri tanımaktadır. Büyük Doğu, Diriliş edebiyat dergileri de çekim merkezi olma işlevini yerine getirmiştir. Bugün bile dergiler veya topluluklar toplanma mekânı vazifesi görürler. Konya’da çıkmaya devam eden Mahalle Mektebi dergisini yakından bildiğim için onu örnek gösterebilirim. Dergiye sadece yazarlar değil hemen her kesimden gençler gelmektedir. Tıptan mühendisliğe, ilahiyattan eğitime ilgili, meraklı gençleri orada görmek mümkündür. Amaç sadece yazmak, yayımlatmak değil, çalışan, üreten ortama dâhil olmaktır. Birbirimizle kurduğumuz ilişki bizi geleceğe taşıyacaktır.
Tek başına başarı mümkün değil midir? Bir köyden, bir beldeden önemli, başarılı insanlar çıkmaz mı? Elbette çıkar, bunun da örnekleri vardır: Aziz Sancar’ı, Oğuz Atay’ı burada anabiliriz. Çalışarak, emek vererek başarmak, güzel işler yapmak pekâlâ mümkündür. Fakat bireysel çalışma ile kolektif çalışma arasında şöyle bir fark vardır: Bireysel çalışmada kişinin aşırı bir gayret göstermesi gerekir, oysa kolektif çalışmada daha az çaba sarf edilir. Ortak akıl ortak enerjiye dönüşerek diğer kişileri de sürükler. Bireysel çalışmada bıkkınlık, yılgınlık riski çok fazlayken toplulukta birbirini besleyen duygusal bağlar sayesinde daima itici güç yaşanır. Topluluktaki kişiler her zaman daha cesur, daha girişkendir. Kendilerini rahatlıkla ifade ederken taltif edilmenin, önemsenmenin, kabul edilmenin psikolojisiyle zihinsel süreçleri etkin yaşarlar. Başarı onlar için bir gelenek hâline gelir. Çünkü onları engelleyen bir şey görmemişlerdir, bu nedenle çalışmanın normal bir iş olduğunu düşünürler. Bir dönemin Bağdat’ını hatırlayalım veya Endülüs’ü, Semerkant’ı, Buhara’yı. Belli bir dönemde her biri ilmin başkentliğini yapmış, ilim konuşulmuş, âlimler yetiştirmiş şehirlerdir bunlar. Hakeza İstanbul her zaman bilimin, sanayinin başkentliğini yapmış ve yapmaya devam etmektedir. İstanbul için imkânların çok olması elbette şanstır. Fakat bu şansı kimler kullanıyor? Bugün yirmi milyona yakın insanın yaşadığı metropolde kaç şanslı kişi vardır?
Kendini bilen, özelliklerinin farkında olan insanlar uygun ortamı bulurlar veya uygun ortam oluştururlar. Hangi alanda olursa olsun tek başına zafer kazanmak zordur, oysa birlikte çalışmak, üretmek gelişmeye vesiledir. Grup içinde kıskançlıklar, hasetler de vardır, insanın olduğu yerde bu kaçınılmaz, lakin bu tür hasletleri aşabilen kişiler başarılı olabilirler. Rakip değil yoldaş olmak, birbirini beslemek berekete vesiledir.
Toplulukların varlığı şehirler için bir dinamizm sağlar. Şehirler içinde de bazı yerler bilimin, sanatın, teknolojinin konuşulduğu toplanma mekânları hâline gelir. Bu tür mekânlar şehirlere farklı bir hava katar, onlara ruh verir. Konya, Bursa, Maraş gibi şehirler taşıdıkları hafızayı hâlâ diri tutabilmekte ve yaşanan deneyimi gelecek nesillere aktarabilmektedir. Şehrin hafızası kendisinden sonra gelenlere rehberlik yapar. İnsan köyde başka düşünür, şehirde başka. Hafızası olan şehirler insanı etkiler, ona yön verir. Büyükşehirlerde yaşamak, köklü geleneği olan üniversitelerde okumak kişiyi yukarı çekecektir. Şehir, mekân, topluluk bize ufuk verir. İstanbul’da yaşayan ve üreten biri Anadolu’nun ücra bir şehrinde yaşayanla aynı şekilde düşünmez. Etrafınızda çalışan, üreten biri varsa siz de çalışmaya ve üretmeye başlarsınız. Üreten topluluk sizi teşvik eder, risk almaya zorlar.
Ortak bir payda etrafında birleşen katılımcılar sayesinde hayat bulur topluluklar. Genelde kendiliğindendir bu tür hareketler, ancak hayatiyet kazanabilmesi için şehirlerin, yöneticilerin onlara olanaklar sunması gerekir. En azından toplanma mekânlarının teminini gerçekleştirmek, gerekli ekonomik desteklerin sunulması topluluğun bir araya gelmesi için şarttır. Katılımcıların teşvik edilmesi, takdir edilmesi, desteklenmesi başarıyı getirecektir. Şehrinin adının bilimle, sanatla, teknolojiyle anılmasını; şehrinde bilimin, sanatın, teknolojinin konuşulmasını kim istemez. Ama bu dinamizm kendiliğinden gerçekleşmez. Topluluklara o ortamın oluşması için zemin hazırlanmalı, destek olunmalıdır. Başarı ancak böyle gelir. Unutmayalım, bilgi paylaştıkça azalmaz aksine çoğalır. Bir fikir başka fikirlerin kıvılcımını taşır. Bu nedenle zamana ve mekâna sahip çıkmak gerekir.
Başarı tesadüf değildir, emek ister, sabır ister. Başarının sırrı budur. Bu sırrı bize Yüce Allah Necm suresinde söyler: “İnsan için ancak çalıştığı vardır.” Yalnız da çalışabilirsiniz, toplulukla da; önemli olan sizi başarıya götürecek adımları atabilmektir. Yalnız çalışmak diğerlerinden yalıtılmayı ve ayrı durmayı gerektirir, daha fazla gayret göstermek zorundasınızdır. Oysa bir topluluk içinde hareket etmek az çabayla çok verim almayı sağlayacaktır. Bu nedenle çevre, ortam önemlidir. Az önce bahsettiğim örneklerde olduğu gibi çevrenin insan üzerinde büyük etkisi vardır. Burada kendimize sormamız gereken soru ise şu: Biz ne istiyoruz?