Habbesinde Kâinat ya da Üzümün Yolculuğu

Üzüm yetişmeyen beldeler

deniz görmeyen yerler gibi

insanı çabuk usandırır.

Refik Halit Karay

Bahçemizdeki asmadan kopardığımız ekşi korukları ağzımıza atıp gözümüzden yaş gelinceye kadar yemeye devam ettiğimiz yıllar. Çocuktuk ve o korukların olgun üzüm salkımlarına dönüşmesine izin vermiyorduk. Asmanın sarıp sarmaladığı bir çardağın gölgesinde, bazı gün batımları ve bazı ekşilikler. Bir salkım tatlı üzümün kıymetini bilmenin çağı geldi çattı sonra. Avuçlarımız kırmızı şurupla yıkandı.

Bal gibi tadıyla ağzımızı kamaştıran dolgun bir üzüm salkımını, henüz üzerindeki tozu dururken, sapındaki örümcek ağlarına aldırmadan bağından koparıp buz gibi suyun altına tuttuğumuzda hayat yeniden başlayacaktır. Salkımı havaya kaldırıp iştahla aldığımız o küçük ısırık, ağzımıza doğru ağır ağır süzülen üzümün tatlı suyunu hatırlatır bize. Taneleri kütürdeterek büyük bir arzuyla yemeye devam ettiğimizde, burnumuza rayihasının yayıldığını ve üzüm tanelerinin üzerindeki buğunun geri döndüğünü fark ederiz. Dişlerimizin arasından tatlı meyveli bir ırmak gibi süzülerek akacaktır. Üzümün hakkı üzümdür.

Sonbaharda gelir hanelerimize üzüm, kanımıza hemen karışır, bir yaz sonu ulağıdır aslında. Yazın yakıcı güneşinin bitip eylül serinliğinin geldiğini müjdeleyen, tek başına bir mevsimi andıran o uzun ân’ı resmeder. Bağ bozumuyla birlikte saplarından ince ince kesilerek küfelere, sepetlere doldurulan ve sofralarımızdaki misafirliği başlayan üzüm, yalnızca bu yaş hâliyle değil; kurusu, şurubu, sirkesi, pekmezi, şırası, reçeliyle, çekirdeğinden ilacı, aromasından dondurması ve yaprağından sarmasıyla yaşam alanlarının belirleyici ölçülerinde derin bir kültürel etkiye sahiptir. Türkler üzümü hakkıyla bilir. “Kızıl iksir” namıyla bilinen hardaliye, Türkler için üzüm suyuyla yapılmış en nadide içecek olarak kayıtlara geçer.

Refik Halit’e göre mesela, insanlık buğday ile üzümü keşfetmeseydi medeniyete giremezdi. İlk büyük medeniyetlerin en parlak dönemlerindeki ana gelir kaynağının asma/üzüm olması, Karay’ın cümlesini daha anlamlı kılıyor. Meyvelerin şehnazı, şehinşahı üzüm, asmagiller familyasının vitis cinsinden kıymetli bir bitkidir. Dikensizdir el uzatılır, kabuksuzdur ağza atılır, tadıyla damak kamaştırır. Yeryüzünde kültürü yapılan en eski meyve türlerinden biridir. Yumuşak dokulu derin toprakları sever. Ana vatanı Güney Kafkasya. Selamıyla gelir her bağ bozumunda. Antik Çağlardan beri sofralarımıza misafir, insanlık tarihiyle yaşıt bir kültürel geçmişin ortasında. İlk üzüm çubuğunu tufandan sonra Hz. Nuh’un diktiği rivayet edilir. Kırk derde devadır, varlığında sonsuz şifa, ilhamıyla nazar eder. Bir Ülkü Tamer dizesi gelir o hâlde buraya: Şiir üzümün güneşidir, elmanın kurdu.

Üzüm Kardeşliği

Üzüm kardeşliğin meyvesidir. Bir arada olmayı simgeler. Beraber olgunlaşan bir cemiyetin toplamıdır. Tane tane ayrı durmanın ama birlikte tek salkım olmanın çiçeğidir. Üzüm ki habbesinde kâinat saklı. Yunus’un erik dalına çıktığında tarikata misal olarak yediği meyve, ölümsüzlük suyuna batırılan ilk tane, üzüm buğusu gibidir Firuze.

John Fante’nin ailesinin İtalyan kalabilmek ve kültürel devamlılıklarını koruyabilmek için üzüm bağlarıyla kurduğu dolaysız ilişkiyi, Fante’nin Üzüm Kardeşliği romanına sızdırdığı kadarıyla görebilmek mümkün. Üzüm, burada Amerikalı olmaya karşı panzehirken, ressam Vincent van Gogh’un yaşamı boyunca satabildiği tek eseri olarak bilinen Kırmızı Üzüm Bağı adlı tablosunu resmetme fikrinden bahsettiği mektubunda yeterince büyüleyici bir zehirdir; “Ah, Mont Majour yakınlarındaki üzüm bağında çalışmaya gitmem gerekiyor. Hepsi morumsu sarı. Mavi gökyüzünün altında yeşil, güzel, renkli bir motif.” Renkleri güz sonuna doğru kırmızı ve sarıya çalan bir bağ manzarası karşısında büyülenen Gogh, fırçasını üzümün güzelliğine batırarak yakaladığı o doyumsuz güzellikteki ışığın adını Kırmızı Üzüm Bağı koyacaktı. Damak ile göz arasında bir yerde bekler bazen, bazen kültürel panzehir, bazen ilham içeren tatlı bir zehir, ruhunda nice güzellikler saklıdır. Tane tane sevilir.

İlahi aşkın meylerinden şarap, üzümün aşkın hâlidir. Sevgiliye giden yolların âşığı sarhoş etmesiyle, elinde aşk şarabıyla kapı kapı gezerek sevdiğini arar âşık. Üzüm, aşkın anlattığı o uzun hikâyenin başlangıcını temsil eder. Sultânü’l-Âşıkîn olarak tanınan meşhur tasavvuf şairlerinden İbnü’l-Fârız, ebed ve ezelde aşkın hükmünü söyleyecektir: Biz sarhoş olduğumuzda henüz üzüm yaratılmamıştı.