Çocukken gökyüzü daha geniştir. Yollar daha uzun, evler daha büyük ve babamız dev gibidir. Sonra âlem değişir. Bir şeyleri ele geçirmeye başlarız ve bunun büyümek olduğunu ileri sürerler. Belki öyledir, belki büyüyen sadece zamandır, zaman bize dokunarak geçtikçe büyüdüğünü düşünür kişi.
Herkesin içindeki taşrayla mesafeler açıldıkça kapanmayan bir şeyler de vardır. Bunu bazen bir ölüm aniden kapatıverir. Sonradan herkesin yaşayacağı, babanın ölüm yolculuğunu yanında duyarsın istikbalden haber misali. Çeşme susuz, toprak kuru, ağaç dalgın, anne ihtiyar, çocukluk uzaktır. Ve inadına yazıda gürül gürül çeşmeler, bereketli topraklar, çok sesli ağaçlar ve gülümseyen anneler çizersin susuzluğun geçsin diye. Geçmez. Ama elden ne gelir?
Zamanı yazıda dondurmak istersin, bunun tesellisine muhtaçsındır. Baba ölür. Ağzından köpükler çıkan beyaz ve hırçın bir at koşmaya başlamıştır artık. Uzaktan duyulan seslerin yanına uzanacağı ana kadar yaşayacaksındır.
Sen de gitgide uzaklaştığını duyduğun o alfabeye geri döneceksin. Çocukken başladığın yere. Babandan kalan hatıraya, bir odanın zamanı boğduğu yere, büyümek ile ilgili yalanın son nefesini verdiği yere...