Madem felsefe, varoluşun -hem dış dünyanın hem de insanın iç dünyasının- gizemini düşünerek çözme uğraşıdır; o zaman düşünce tarihi elimizdeki yazılı belgelerden çok daha eski bir tarihte başlamış olmalıdır değil mi? O hâlde biz de hikemî bilgiye/ tılsımlı taşa ulaşmanın yolu nasıl olabilir, üzerine düşünelim.
Felsefeyi; yaşadığımız sorunlara dair kaygılarımızı paylaşmak, bunlara dair düşünce tarihindeki çözüm önerilerinden haberdar olarak mevcut çözüm önerilerinin tutarlılığını test etmek ve/ya yeni çözüm önerileri üretmeye hazır bulunuşluk sağlayarak alternatifleri çoğaltmak olarak görüyoruz. Bu açıdan bize göre bilgelik sevgisi (philo-sophia), ancak insanlığın fikrî birikimini rasyonel, eleştirel ve mukayeseli okumalarla edinilebilir. İşte bu nedenle fikirleriyle daima diriliklerini koruyan dünya tarihinin seçkin zekâlarıyla birlikte yolda/ş olmayı önemsiyoruz. Farklı zaman ve mekânlarda farklı dillerde yazan bu insanların eserlerini okumak ve okutmak, onlarla bu yolda/ş olma süresince söyleşmek, sohbet etmek, fikirlerinden istifade etmek demektir.
İnsanlığın seçkin zekâları, beşikten mezara kadar ilim yolculuğumuzun köşe taşlarıdır. Eserleriyle herkese bir şeyler söyler, on yıllar geçse de okunurlar. Ve artık, dünyanın her tarafında farklı kültürlerde yetişen insanlara hitap etmeyi başardıklarından dolayı “klasik” diye nitelendirilirler.
Bu yazıda, her ikisi de hikemî bilginin tezahürleri olan Çin, Hint, Fars, Babil, Mısır ve Helenistik birikimi ifade eden felsefe ile mutlak veya külli ilim denilen metafizik yani her gerçeğin sebebi olan Hakk’ın ilmini ifade eden felsefe arasındaki farklara dikkat çekeceğiz.
Bir düşünce gücü olarak “hikmet”e sahip olmak demek, külli varlıkların hakikatini bilmek, bu bilgiyi hakikat doğrultusunda kullanmak ve ona uygun yaşamak demektir. Bu tanım Kindi’ye ait. Hz. Muhammed’in (s.a.s.) şu sözünün de buna delalet ettiğini düşünüyoruz: “Şu iki niteliğe sahip insana ancak gıpta edilir. (Haset edilmez.) Allah’ın kendisine verdiği malı, Hakk yolunda harcayan kişiye ve Allah’ın kendisine verdiği hikmet ile yaşayan, ona uygun davranan (yakdî biha) ve onu öğretenedir.”
Hz. Âdem’den itibaren gelen ilahi bilgileri hayata geçirmeye çalışan bütün peygamberler kendilerine verilen hikemî bilgiyi hayata geçirmişler, ona uygun yaşamışlar ve yaşanması için örnek/öncü olmuşlardır. Onlar, öğreterek uygulayan seçkin örnek insanlardır. Bu nedenle “hikmet yani felsefe bir hayat tarzı” diyenler de vardır.
Buradaki hikmet kavramı, insanlığın bütün birikimini içerir, çünkü “ed-din”in farklı zaman ve mekânlarda farklı dil ve farklı kavimlere gönderilen ilkelerinin hayata geçiriliş şekillerini, yol ve yöntemlerini kronolojik olarak mukayeseli ve eleştirel bir şekilde okumaya “teorik/nazari felsefe” denilir. Bu bilgilenmeye uygun olarak yaşamaya da “pratik/amelî felsefe” denir. Dilerseniz bu konuyu biraz daha açalım.
Hikmet, Bilgilerin Eyleme Geçirilmesidir
Hikmet kelimesinin “hükm”den türediğini ve bu kelimenin ıslah maksadıyla bir şeye engel olmak, iyiliğin elde edilmesine çalışmak, idare etmek, hükmetmek anlamlarına geldiğini düşünecek olursak, hikmet sahibi kişiye de “hakim” diyebiliriz. Bu bağlamda hakim, iyiliğin temini için kötü bir şeye engel olmaya karar veren kişidir. Başka bir anlatımla ilim ve derin kavrayış sahibi/bilge kişidir ki bu, insanın mevcudatın hakikatlerini bilip hayırlı işleri tercih etmesi ve yapmasıdır.
Hikmetin, nübüvvet (peygamberlik) anlamı da vardır. Kur’an-ı Kerim’de Bakara suresi 251. ayette; “Allah, ona (Davud’a) hükümranlık ve hikmet verdi.” denilir. Ayrıca “Andolsun ki içlerinden, kendilerine Allah’ın ayetlerini okuyan, onları arındıran, onlara kitap ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle Allah, müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur.” (Âl-i İmrân, 3/164) ayeti de bu anlama işaret eder.
Ve tabii ki hikmet, faydalı ilimdir, edep, ahlak ve nasihatlerle ilgili güzel sözlerdir. “Hikmetin başı Allah korkusudur.” sözü ve “Hikmet, müminin kaybettiği malıdır. Nerede bulursa alsın.” hadisiyle bu kastedilir. Hikmet, hayatın uygulamalı davranış kurallarını belirleyen, insanın yapması veya yapmaması gereken ahlak kurallarını oluşturandır. Bu çerçevede hikmet, İsrâ suresinde belirtildiği üzere, Allah’ı birlemek ve O’na ibadet etmekten başlar; ana babaya iyilik, yakınların, yetim ve yoksulların haklarını vermek, malını ölçülü harcamak, sözünde durmak, işlerinde adaletli olmak, hak ve vazifelere riayet etmek, tecessüste bulunmamak, kendisini ilgilendirmeyen hususların ardına düşmemekten yürürken böbürlenmemeye kadar bir dizi sosyal davranış ilkesini içerir. Özetle söyleyecek olursak hikmet, inancın gereği olarak edinilmiş bilgilerin eyleme geçirilmesidir.
Hikmetlerin hikmeti olarak felsefe ile “philo-sophia” yani bilgi severlik olarak felsefe arasında bir fark var mıdır?