İnsan, her zaman gerçeğin yükünden kaçan bir varlık olarak dünya hafızasına kazınmıştır. Çünkü gerçekle yüzleşmek zordur ve insanın kemiklerini kıracak kadar ağır bir yüktür. Âdem ve eşinden başlayarak insanlık gerçek karşısında çaresizdir ve gerçeği yırtıp açmanın, açtığı yarıktan hayal ettiği sanallığa ulaşıp, ideal mutluluğa varmanın yollarını aramıştır hep.
İnsan, taşıması zor bir yüke talip olarak geldiği dünyada bu yükten kurtulmak için çeşitli yollara başvuruyor, çeşitli işlerle uğraşarak gerçeğin yükünden kurtulmaya çalışıyor. Eski çağlarda büyücülerin yaptıklarıyla gerçeğin ağırlığından kaçmaya çalışan insanlar, modern dönemlerde sürekli çalışarak, zihnini uyuşturarak gerçekten uzaklaşma gayretinde. Ancak gerçek, her zaman sanal olanın üstündedir ve onu yıkıcı bir güç olarak insanlığın karşısında durmaya devam etmektedir.
Hz. Musa’nın, Firavun’un sihirbazlarıyla yaşadığı sahne gerçek ve sanal arasındaki kavganın mahiyetini ve sonucunu göstermek için önemlidir. Firavun’un sihirbazlarının iplerle yaptığı göz boyama sonucu yılan gibi gözüken ipler, Hz. Musa’nın asasından çıkan yılan tarafından yenilince sihirbazlar hemen iman ederler. Bunun sebebi, sanallığın içinde olup onun gerçek karşısındaki konumunu bilen sihirbazların, gerçeğe karşı çaresiz kalmalarından başka bir şey değildir.
Elbette, sanalı seyredenlerle sanalı inşa eden ya da onun içinde bilinçli bir şekilde varlık gösterenler arasında ciddi farklar vardır. Sanalı seyredenler her şeyiyle gerçeği görmezden gelmeye devam edebilirler çünkü gerçek denizine düştüklerinde sarılacakları tek yılan, Firavun’un sihirbazlarının yaptıkları göz oyunlarından başkası olmayacaktır.
Geçtiğimiz ay Mark Zuckerberg tarafından duyurulan “Metaverse” evreni de insanlığın gerçek olandan sanala kaçışının bir başka veçhesi olarak karşımıza çıkmıştır. Burada gerçekten kaçış hem hayatın koşuşturmacasından kaçışı hem de hakikati görmeme çabasının bir yansımasını temsil etmektedir. Metaverse evreni, gerçeğin pürüzsüz bir kopyasını oluşturarak, kişileri bulundukları somut mekânlardan soyut ve sınırsız bir gerçekliğe sokmayı vadetmektedir.
Zuckerberg tarafından açıklanan Metaverse evreni aslında kurmaca metinlerde ve sinemada fazlaca karşımıza çıkan bir durumdur ve bu yönüyle anlatıldığı şekliyle yeni değildir. Yeni olan şey, gerçek dünyanın içinde böyle bir evrenin on yıl içinde kurulacağı vaadidir.
Elbette bu vaat şu an için sadece belli ülkeleri kapsayan bir gerçeklik olarak karşımızda durur çünkü kurulacak sanal evren, gerçek dünyanın kısıtlamalarından muaf değildir. Güçlü internet altyapıları, bu sisteme girecek donanıma sahip olma, bu evrenin gerektirdiği iktisadi güç, dünyanın küçük bir kısmı hariç hemen hiçbir yerde bulunmamaktadır.
2018 yılında Başlat olarak sinemalarda gösterime giren Play filmi, Zuckerberg tarafından tanıtılan Metaverse evreninin bir benzerini bizlere sunar ve nasıl bir dünya kurgulanabileceğini anlatır. Filmde başrol oyuncusu olan genç, bir sanal dünyaya girer ve burada sanal bir kimlik ve imaj oluşturur. Oluşturduğu bu kişilikle tüm dünyadan oyuncularla ciddi bir savaşa girişir. Giyilebilir teknolojiler sayesinde ise bu savaştaki tüm acıları ve duyguları deneyimleyebilmektedir. Play filminde tüm gençler hemen sanal dünyaya girmektedir ve gerçeklikten tamamen kopmuş bir şekildedir. Kafalarındaki artırılmış gerçeklik ve sanal gerçeklik gözlükleriyle sokaklarda, sokakları görmeden koşturmaktadır. Yine Yabancı Yayınları tarafından Türkçe yayımlanan Marie Lu tarafından kaleme alınan iki kitaplı Wildcard serisi de benzer bir konuyu işler. Sanal dünyada bir oyunun içine giren bir grup gencin yaşadığı macerayı anlatan romanda, gençler Metaverse benzeri bir evrende yaşarlar. Bu evrenin caddeleri, sokakları, karanlık yolları vardır. Birbirini hiç görmeden, uzak ülkelerden olmasına rağmen sanal bir dünyada buluşan bu gençler, oyun dünyasında karşılaştıkları sorunları çözmeye çabalarlar.
Metaverse sunumunda anlatılanlar aslında Başlat filminden ya da Wildcard serisinin anlattığı evrenden çok da farklı değildir. Farklı olan sadece bunun gerçek dünyaya yavaş yavaş indiriliyor oluşudur. Bu durumda sormamız gereken sorular ciddileşmekte; gerçeği, sanalı ve hakikati yeniden yorumlamamız elzem gözükmektedir.
Güney Koreli filozof Byung Chul-Han, Güzeli Kurtarmak kitabında, dijital dünyanın insanının yaralanmaktan korktuğunu, mutluluğu ve huzuru hiçbir şekilde hasar almadan kazanma arzusunda olduğunu söyler. Ancak mutluluk ve huzur zorluklarda gizlidir. İnsan ancak bir yara alırsa insandır ve bu yara insanın varoluşuna anlam katar. Dijital dünya insanının pürüzsüzlük arzusu, onu akıllı cihazların ekranlarına hapseder çünkü o ekranlar da pürüzsüzdür ve insanın hayatına izler bulaştırmadan orada yaşamasını olanaklı kılar.