Sonsuza Kadar Sude

Pandemi önlemleri biraz esnetilmiş cemaati görür görmez caminin içi açılmıştı. Camilerin dışından çok içi vardı. Vural, zor da olsa caminin içinde kendine bir seccadelik yer bulabilmişti. Bulaşma riskine karşı o da yanında getirdiği seccadesini kıbleye doğru serdi. Diz üstü oturmayı beceremediği için bağdaş kurup kürsüdeki vaizi dinlemeye koyuldu. Kaligrafik yazıyla “Sonsuza Dek Sude” yazan kalp resimli baskılı tişörtü, oturuşuyla beraber göbekle göğüs hizasında daralıp büzüşüverdi. Sağında kasketini ters çevirmiş adamın dikkatinin dağıldığından habersizdi. O oturduğu andan itibaren orta yaşı aşkın kasketli adamın gözü tişörtün kıvrılmasıyla birlikte sözcükleri aşağı yukarı kayan cümleye takılıp kalmıştı.

Vaiz, kürsüde konuşurken vurgulu cümlelerin ardından şöyle bir duruyor, bakışlarını en arka saftan öne doğru gezdirerek cemaatin dikkatini ölçmeye çalışıyordu. Kasketli adamın kürsüye değil de yanındaki gencin tişörtüne doğru odaklandığını görünce bir yandan oturuşunu düzeltme bahanesiyle doğrulurken diğer yandan boğazını temizler gibi yaparak sesini yeni kuracağı cümleye hazırladı. Gözlerini Vural’ın sağ yanında hâlâ onun tişörtündeki “sonsuza” kelimesinden öteye geçemeyen kasketli adama doğru dikip sözcüklerin üstüne basa basa konuşmaya başladı: “Aziz Cemaat! Hazreti Ali’nin oğlu Hazreti Hasan radiyallahu anhuma, kardeşi Hazreti Hüseyin’in şöyle dediğini haber verdi: Babama Resûlullah’ın meclisinde bulunanlara nasıl davrandığını sordum, şöyle söyledi: Resûlullah (s.a.s.) konuşmaya başlayınca, yanında bulunanlar sanki başlarında birer kuş varmış da onu ürkütmek istemiyorlarmış gibi, önlerine bakarak onu dinler, ancak o susunca konuşurlardı. Ashab-ı kiram onun yanında birbiriyle konuşmazdı.” Kasketli adam mesajın kendisine yönelik olduğunu anlar anlamaz önüne dönüp toparlandı. Bir ân herkesin kendisine baktığını sanıp tedirgin oldu. Vaizin, Hz. Peygamber’in sosyal hayatından işaret ettiği bu örnek karşısında Vural da istif yaptığı oturuş konforunu bozmuş zorlanarak da olsa kendini diz üstü oturmaya mecbur hissetmişti. Bu oturuşla beraber kalp resimli baskılı tişörtün dili de çözülmüştü. Önce kasketli adam fark etti bunu, bir de pencere hizasında elinde tespih, duvara yaslanmış hâlde vaazı dinleyen bir ihtiyar.

Vaazın başından beri tişörtün önünde Vural’ın okunaksız duruşunun azizliğine uğrayan cümlede “Sonsuza Dek Sude” yazıyordu. Neyse ki kasketli adamın takıntısı sonsuza kadar sürmemiş, çünkü yanındaki genç oturuşuyla duruşunu tişörtünün kıvrımlarına dek okunaklı kılmıştı.

Caminin içini müminlere nasıl açtığını bir kez daha görüyordu Vural. Camiye girmek bir gönle girmek gibiydi âdeta. Dünyanın özeti gibiydi. Cuma namazlarında bu daha bir ortaya çıkıp belirginlik kazanıyordu. Hangi hocadan duyduğunu hatırlayamadığı, ama çok etkilendiği “üç cuma namazını kasten kılmayan kişinin Allah kalbini mühürler” sözünü işittiği günden beri cuma namazlarını hiç kaçırmıyordu.

Buradaki insan topluluğu dışarıdaki kalabalıklardan çok farklıydı. Üst üste değil yan yanaydılar bir kere. “Caminin içindeyken insan kendi içinden geçenleri de çok net olarak duyar.” diye bir cümle hatırlıyordu. Fakat bu cümlenin kime ait olduğunu zihnini zorlamasına rağmen bir türlü çıkaramıyordu. Son zamanlarda bu hafıza sorununu çok yaşıyordu Vural. İşin aslı kendi zannettiğinden çok daha farklıydı. İçinde uyanan yeni anlamların kaynağını garip bir şekilde kendisi olmasına rağmen başkası sanıyordu. Tabii kimi zaman da içselleştirdiği başkasına ait sözleri kendisininmiş gibi ifade ederek kullandığı da oluyordu. Konservatuvarda bir arkadaşıyla ülkelerindeki işgal ve zulümden kaçıp memleketimize hicret eden sığınmacılar üzerine tartışırken “benim mottom” diyerek söylediği “Komşusu açken kendisi tok yatan bizden değildir.” sözünün bir hadis olduğunun farkında bile değildi. Bu hadisin ruhuna öyle nüfuz etmişti ki kendini cümlenin kurucusu, taşıyıcısı ve seslendiricisi olmak gibi çok yönlü bir mesuliyetin içerisinde görüyordu.