Geçtiğimiz ay Türkiye cins bir mütefekkirini, Türkçe amansız bir muhafızını kaybetti. Prof. Dr. Teoman Duralı, 74 yıllık hayatına pek çok öğrenci, seyahat ve ilmî eser sığdırmakla kalmadı; fikir hayatımızı felsefe, biyoloji ve dil bilimi alanlarında özgün, öncü, yol açıcı düşünceleriyle zenginleştirdi. Bu yazımızda onun dil ve kültür hakkında görüşlerine değinmek suretiyle hayatının gayesi hâline getirdiği bir hususu hatırlamaya çalışacağız.
Dil, Teoman Duralı’nın titizlikle üzerinde durduğu konuların başında gelir. Çünkü Duralı’ya göre dil kültürün, kültür de medeniyetin temel bileşenidir. Ayrıca emperyalizmin giriş kapısı dildir. Dilini kaybeden toplumlar daha sonra her şeyini kaybeder. Türkçeyi çok iyi kullanmasının yanı sıra İngilizce, Fransızca, Almanca, Latince, Yunanca, İtalyanca, Felemenkçe, İspanyolca, Rusça, Malayca da bilen Teoman Duralı’nın zaten bir aydın olarak en önemli vasfı, entelektüel yolculuğu boyunca içinden çıktığı dil havzasından bir an olsun ayrılmaması, kendi kültürüne yabancılaşmadan yeni tezler ve terkipler sunmasıydı.
Teoman Duralı’ya göre bir kültürün varabileceği en üst mevki, felsefileşmiş medeniyet seviyesidir ki bu da ancak dille mümkündür. Duralı, İslam medeniyetine mensup Türk kültürünün de bu seviyeye erişen kültürlerden olduğunu söyler. Türklük, İslam öncesi Göktürk ve Uygur devirlerinde daha çok Doğu medeniyetleri camiasına mensupken İslam’la tanıştıktan sonra Batı medeniyeti camiasının üyesi olmuştur. Çok eski Türk yazıtlarında, kitabelerinde böylesi bir bilgeliğin bariz örneklerini görmek mümkündür.
Türklerin İslam’la tanışmasından itibaren, geçmişten gelen bilgelik geleneğinin bu defa dervişlik formunda hikmet anlayışını benimseyerek yoluna devam ettiğini ifade eden Teoman Duralı, Türk tarihinde gazilerin kılıcıyla fethedilen bölgelerde veliler, sufiler ve erenler vasıtasıyla yeni bir iklim oluşturulmasına dikkat çeker. Nitekim bu gönüllü elçiler, daha sonra o bölgede kurulacak devletin zeminini oluşturmuşlardır. İslam öncesinde de sonrasında da Türklerin içinde kam, bilge lakaplarıyla bilinen hikmet ehli kimseler, toplumu derleyip toparlamış, geleceğini şekillendirmiştir. Bir kültürü felsefi bir seviyeye hikmet erbabı bilgelerin çıkarabileceğini vurgulayan Teoman Duralı, bunun toplumsal devamlılık için hayati bir gereklilik olduğuna dikkat çeker: “Aslında hikmet binalarına vücut vermemiş, başka bir anlatışla, medeniyetin felsefileşmişlik safhasına ulaşamamış toplumların ömrünün birkaç yüzyılı aştığına da tanık olunmamıştır. Türklüğün uzun geçmişi bulunan tarihiyse, medeniyet kurucusu ve taşıyıcısı bilgelere çok şey borçludur.”1 Ona göre Vapsı Bahşı’dan Yusuf Has Hacip’e, Hoca Ahmet Yesevi’den Yunus Emre’ye, Hacı Bayram Veli’den Ali Şir Nevai’ye uzanan kesintisiz bilgelik geleneği, aktarılan bir zihniyetin satır başları, köklü bir kültürün göstergeleridir.
Aslında Teoman Duralı’nın kendisi de sözünü ettiği bu bilgelik geleneğinin günümüze uzanan bir halkasını temsil eder. Nitekim o, uzun yıllar akademide görev yaptı, öğrenciler yetiştirdi, makaleler neşretti. İlgilendiği konular ve yayımladığı eserler boyunca kesintisiz bir yolculuğa mensup bir mütefekkir tavrı sergiledi. Örneğin kuramsal biyolojiyle ilgili eserlerini dil biliminden, felsefi eserlerini kültür tahlillerinden ayırmadı.
Türk Dilinin ve İrfanının Akrabalığı
Teoman Duralı’nın İslam medeniyeti ve Türk kültürü üzerine değerlendirmelerinin gelip dayandığı en önemli noktalardan biri daima dil olmuştur. Çünkü ona göre kültür bir bilincin kuluçkasında yoğrulup kıvamını bulur. Bilinç unsurlarını dışa taşıyan, bir kültüre dönüştüren hatta bir medeniyete intibak ettirense dildir: “Her resim bir şeyi yansıtır. O bir şeyse, kendi olup kendindendir. İşte bilinç de kendi kendisi ve kendinde olandır. Bilincin kendi dışına yansıması, olayları/fenomenleri meydana getirir. Bilinç unsurlarını dışa taşıyansa, sözlerdir.” Bilinci olmayan ben’in aslı ve esası yoktur. Bilinç ise felsefe veya hikmet diyebileceğimiz bir formla varlık sahasına çıkabilir.
Türklerin İslam sayesinde sadece Batı’ya yönelmediklerini, aynı zamanda tutarlılık kazandıklarını söyleyen Teoman Duralı, daha önce tek tek Türk toplumlarının değişik birçok dine ve doğal olarak kültür çevresine bağlı yaşadığını, İslamiyetten sonra bu dağınıklığın sona ererek derlenme toparlanma evresine girildiğini, belli bir inanç ve ideal etrafında tutarlı bir kültürün doğmasına olanak sağlandığını söyler. İşte bu inanç ve ideal, bilgelerin dilinde/sözünde zuhur etmiştir. Duralı, bu kadim bilgelik dilinin geçtiğimiz yüzyılda büyük bir kesintiye uğradığını/uğratıldığını savunur. Geriye doğru
MS VI. yüzyıla kadar Türk yazı dilinde gözlemlenebilen bilgelik ve hikmet edebiyatı, Tanzimat’tan, yani XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren “felsefe-bilim”e vücut verecekken XX. yüzyılın başında millî kültür mirasında yaşanan “ani, derin, köklü kopuş” yüzünden akamete uğramıştır. Teoman Duralı bu kesintiyle asla uzlaşmamış, aksine onu mutasyon olarak tanımlamıştır.