Suç ve hukuk temalı filmler, zihnimizin kıvrımlarını hissetmemize olanak sağlar. Aynı zamanda o filmde empati yapabileceğimiz bir karakter de mutlaka bulunur. Savunan, ezilen, suçlu ya da haklı. Hayatımızın her anında, evde, işte, okulda ya da bir sırada beklerken savunmaya da ihtiyacımız olabilir, iyi bir avukata da.
Hukuk, sosyal bir olgudur ve kanunlar insandan ayrı ve soyut düşünülemez çünkü etki ve tepkisinin biricik karşılığı insandır. Eğer bir şeyin geri dönüşü olmayan bir sonucu var ise karar verirken düşünce akıl, mantık ve vicdan süzgecinden geçirilmeli, sonucun bilincinde olarak karar verilmelidir. Ülkemizde Kıta Avrupası Hukuk Sistemi uygulanmaktadır, belki de bu yüzden bir yargılama sürecinde jürinin ne kadar önemli olduğunu bizzat deneyimleme durumumuz olmuyor. Anglosakson Hukuk Sistemi’ne tabi ülkelerde ise yargılama sürecinde yargılamanın sonucu üzerinde etkili olan ögelerden biri de jüridir. Bu durumda yalnızca iyi bir avukatınızın olması, iyi bir savunma yapmanız yetmez, kozmopolit bir insan topluluğundan oluşan jüri üyelerinin de ikna edilmesi önemlidir. 12 Kızgın Adam’da sanık sandalyesindeki çocuğun iyi bir avukatı yoktur. Yargılanan çocuğun hayatının akıbeti konusunda bu on iki kişinin de aynı karara varması hâlinde hâkim kararını verecektir. Jüri üyelerinden biri akşamki beyzbol maçını düşünürken diğeri yeni reklamının sloganını bulmaya çalışmaktadır. İşte burada başkalarının verecekleri karara bağlı bir insan hayatı söz konusudur ve karar verici konumundakiler kararını akıl, mantık ve vicdan süzgecinden geçirmek yerine kendi yaşanmışlıklarının, kötü deneyimlerinin ve acılarının süzgecinden geçirmektedir. Bu isimsiz ve kızgın adamları birbirinden ayıran o kadar çok şey varken birbirlerine bağlayan çok güçlü bir ortak noktaları da vardır: Bir insanın hayatı. Peki, bu insan siyahi ise de hayatı aynı derecede önemli midir? Siyahi bir mahkûmun yargılamasına katılan jüri üyelerinin içinde siyahi bir üyenin var olmamasıyla verilmek istenen asıl mesaj siyah ırk, beyaz ırk ayrımı olmadığını göstermek midir? Jüri koltuğunda oturan ile sanık sandalyesinde oturanın etnik kökeninin farklı olması verilecek kararın objektifliği noktasında neye tekabül eder? İnsana bağlı olduğu için subjektif olan hukukun adil olmak için aynı zamanda öznellikten uzak olması gerekmez mi? Ama akşamki beyzbol maçının ya da reklam sloganının, hakkında karar verilen insandan daha çok düşünülmesi bizi bu filmde bu gerekliliklerin çok uzaklarına götürür.
Dünyanın kendisinden hoşnut olduğu o kaygısız yaz günlerinden birinde jürinin görüşme odasındaki vantilatör de çalışsaydı, 18 yaşındaki bir gencin ölümüne, ölümün tedirginliğini hiç hissetmeden ve terlemeden beş dakikada karar verilebilirdi. Ancak suçluluğundan emin olunan birinin yargılanmasında dahi aksini düşünen birileri çıkabilir. Bizce de suçlu! Yoksa suçlu olmayabilir mi? İşte filmde de tam o andan itibaren zihnimizde şüphe tohumları filizlenirken yargılamanın sonucunu bir saat otuz altı dakika boyunca jüri üyeleri gibi terleyerek, şüphelerimize şüphe katarak bekliyor ve belirliyoruz. Masumiyet karinesi der ki suçluluğu kesin olarak ispat edilene kadar herkes masumdur. Oysa iyi bir avukatı olmayan, ten rengi koyu, birkaç sabıkası bulunan ve varoş bir semtte oturan bu çocuk filmde, daha başından itibaren suçluluğuna kesin olarak inanılmış bir katil olarak görülür.
12 jüri üyesinden on bir isimsiz adam, suçlu olduğu kesin olarak kabul edilen biri hakkında beş dakikadan fazla görüşmeye gerek görmezken cesaretli bir jüri üyesi, oyunu çocuğun suçsuz olduğu yönünde kullanarak beş dakika sürebilecek bir yargılama sürecini uzatır. Fikirler değişmeye başladıkça ferahlayan ortamda ön yargıların kırılganlığı üzerine biz izleyicilere müthiş bir şaheser sunulur. İzleyicisini gerçekliğin içine çeken, tek mekânda geçtiği ve aynı konu üzerinde durduğu hâlde izleyicisini aynı heyecanla tam iki saat ekran başında tutabilen bu film, başrolünden yapımcısına, çekim tekniğinden bütçesine kadar son derece ilgi çekici bir film. Bunlara rağmen döneminde, kaliteli ve iyi film kriterlerine sahip olmadığı yönündeki kanaatler hayli ilginç. Aslında bu da başka önyargılara bir meydan okuma. Belki suçsuz birinin ölümüne belki de suçlu birinin topluma karışmasına sebep olunacaktı, bundan kesin olarak emin değiliz, olamayacağız da. Peki, şimdi siz söyleyin, sizce de suçlu mu? Ama benim artık makul bir şüphem var.