Sanat, insanlığın yegâne ifade aracı. İnsanlığın ilk dönemlerinde duvarlara, taşlara işlenerek kendisini dışa vuran sanat, zamanla destanlara, mitolojilere, şiirlere, romanlara ve dijital devrimle birlikte de görsele dönüşerek insanlığın hafızasında belli olayların, duyguların yer etmesini sağlamıştır.
Doğada, insanı diğer canlılardan ayıran en büyük özelliği, konuşması yani düşünüyor, hayal kuruyor olması yanında bir diğer özelliği de şüphesiz sanat eseriyle aşkın bir hâlde duygularını, fikirlerini ifade edebiliyor olmasıdır. Elbette doğa başlı başına bir sanat eseridir ancak insan, doğadaki sanattan bağımsız olarak ona verilen bilinç sayesinde, içten gelen bir güçle doğadaki sanatın ritminin dışında eserler ortaya koyabilmektedir.
Sanat eserlerini değerli kılan önemli bir nokta da insanın tecrübelerinin her zihinde, dilde ve gönülde bir şekilde karşılık bulabilmesidir. Akademik metinlerden farklı olarak sanat metinleri anlaşılması zor istatistiklerden, bilimsel kuramlardan farklı olarak duyguyu, düşünceyi vermesi ve bunu yaparken de döneminin en önemli şahidi, ibret vesikası olması bakımından da önemlidir.
Bugün hemen hepimizin bildiği Sümerler’e ait Gılgamış Destanı bir yanıyla tufan hadisesinin tüm insanlığın hafızasında yer edinmesini sağlayan en önemli araçtır. Yine İkinci Dünya Savaşı sırasında bombalanan Guernica kasabasının hikâyesini bilmesek de Salvador Dali’nin Guernica tablosu bize savaşın yıkıcılığını, dönemin kaosunu ve anlamsızlığını birçok tarih metninden daha kısa sürede ve kalıcı şekilde aktararak sanatın gücünü gözler önüne serer.
Postmodern döneme gelene kadar sanat dünyada anlam üretmenin, hafıza yaratmanın, duygu aktarımının en önemli aracı olurken, postmodern dönemle birlikte sanatın anlamı da her şey gibi aşınmış, artık eserden çok eserin oturduğu bağlam, anlamdan çok izleyicinin yorumu önemsenmeye başlanmış; hafızadan çok seri üretim ve piyasanın biçtiği değerle ilişkilendirilerek sanat “şeyleştirilmiştir”.
1917 gibi erken bir tarihte Duchamp tarafından bir pisuvarın sergiye gönderilmesi ve eserin reddedilmesiyle başlayan “sanatın değişmesi” süreci günümüze kadar gelmiştir. Duchamp’a göre sanat, Batı’nın 500 yıldır anladığı şekilde göze odaklanan sanat yerine, hazza odaklanan, seyrettiğinde yüreğinin sesini dinleyebildiğin eserin ta kendisiydi. Duchamp tarafından ortaya atılan ve Fountain eserinde fazlaca kendisini belli eden bu görüş, Dadaistlere kadar kimse tarafından kabul görmedi. Dadaistlerse Duchamp’ın bir hırdavatçıdan aldığı ve seri üretim olan pisuvarın bir sanat eseri olmasını; objenin seçiminin yaratıcı bir süreç olduğu, objenin işe yararlıktan kopartıldığı anda sanat eseri olarak kabul edilebileceği ve objenin yeniden adlandırılıp bir galeri/müzede sergilenmesinin onun sanat eseri olması için yeterli olacağı gibi tezlerle kabul etti.
Bu dönemle başlayan ve postmodernite ile zirveye ulaşan sanatın bağlamı, alıcısı ve üreticisinin ona yüklediği anlam üzerinden her şey bir sanat eseri hüviyetine kavuşabilir bir duruma geldi. Sanat tarihinde yaşanan bu derin kırılmalarla birlikte sanatın bugününe, milenyuma geldiğimizde, dijitalin de işin içine karışmasıyla birlikte, sanatın ne olup olmadığı daha çok tartışılır bir hâl alacaktı.
2008’den sonra, yaşadığımız ve her şeyden biraz aşındıran postmodern dönem de dijitalle birlikte şekil değiştirecek, postmoderniteyle ortadan kalkan kurum/usta/büyük anlatı kavramları yeni bir şekil alarak artık herkesin her yerde her şeyi her şekilde yapabileceği dijital bir dünya var ederek zaten bulandırdığı suyu iyice dibi görülmez bir hâle getirecekti. 2008 sonrası dünyada hayatımıza giren akıllı telefonlar, ucuzlayan internet ve gelişen bant genişlikleriyle birlikte hızla çoğalan internet siteleri ve sosyal medya ağlarıyla birlikte her şey insanlık tarihinde daha önce olmadığı bir şekle girecekti. Artık insan, sadece insan değil kendi etrafında oluşturduğu yeni kişiliklerle çoklu kişiliklere sahip bir yol gösterici, yaptıklarıyla birlikte kendisini piyasanın beğenisine sunan bir ürün, ürettiği verilerle de büyük bir veri ekonomisinin ve buna bağlı zenginleşen şirketlerin kölesi olarak kendisini bulacaktı. İnsan hiç olmadığı kadar göz önünde, sahnenin tüm ışıkları altında bir gösteri sunarken aynı zamanda eski zamanlardaki gibi sadece karın tokluğuna, sürekli veri üreten bir köle olarak karşımıza çıkacaktı.
2008’le birlikte internetin herkese açılması, dünyanın her yerinden kullanıcıların bu yeni dünyaya akın etmesiyle aynı zamanda, küresel ekonomik krizin etkilerini azaltmak için daha çok gündeme gelen kriptoloji teknolojisi ve onun etrafında gelişen kripto paralarla birlikte yeni bir gerçeklikle daha karşılacaktık. O gerçeklik bugün kripto paralar üzerinden sürekli gündem olsa da sanat boyutunda NFT ile de hayatı değiştirmeye devam ediyor.
Peki, nedir NFT?