Her şeyin sonu keyifli, şekerli şerbetli olsun isteriz. Yemeğin sonu, tatlı ardına sohbet eşliğinde bir kahveyle; ders, hocanın tebessümüyle; film, müzik ve kavuşmayla; temizlik, eve yayılan hoş bir kokuyla; yolculuk, sevdiğimiz bir yere varmanın aydınlığıyla; namaz, derin bir duayla bitsin; güneş, turuncu bir serinlikle batsın, gün rahat bir uykuyla nihayet bulsun isteriz. Bütün bitişlerin de bittiği ölümü; huzur dolu bir yatakta, hafiflemiş bir aydınlıkta, taksiratın hoş görüleceğine duyulan güvenle karşılamayı hayal ederiz.
Kapılar çarpmasın, telefonlar birden kapanmasın, sesler yükselmesin, karanlık birden bastırmasın, soluna da selamı verip birden ayağa fırlanmasın, son sözlerde nalına mıhına gelişigüzel vurulmasın; ağrılar, sancılar olmasın isteriz. Eksik kalmamayı, parçalanmamayı dileriz. Bitmeden başlanılmaz ya güzelce bitsin güzelce başlasın isteriz.
Bit. Türkçemizin yazılışı, söylenişi kolay fiillilerinden. İlk yazılı metinlerimizden itibaren büt- olarak geçiyor ve tamamlanmak, kemale ermek, varmak, yetişmek, olgunlaşmak anlamlarında kullanılıyor. “Bütün”deki büt- de aynı fiil kökü. Evet, bitmek tamama ermektir aslında.
Yüzyıllardır “Allah tamamına erdirsin.” diye dua ederiz. Başlamanın duasıdır tamama ermeyi istemek; bitmenin sükûnetle, güzellikle gerçekleşmesini dilemek. Yoksa kelimenin bir diğer anlamı da “tüketmek”.
Ancak -malum- hayatın özü insanın yarım kalması üzerine kuruludur. İmtihan devam ettikçe biz yaşıyoruzdur ve biliriz ki her şey biraz eksik, yarım biraz da buruk olacak. Bu yüzdendir inşirahla tesellimiz, birbirimize hakkı ve sabrı tavsiye edişimiz, kaygının mavi dumanı karnımıza dolunca “Rabbi temmim bi’l-hayr!” deyişimiz.
Bir evliliği bitirmek, nişanı atmak, arkadaşlığın ya da komşuluğun son bulması, bir şehirden ya da iş yerinden ayrılmak ne kadar estetik olabilir ki diye sorabilirsiniz. Buna, bizim nahifliğimiz kadar, diye cevap verebilirim. İnsanlara mesafeli duran merhum bir hocamın taşınırken komşularının posta kutularına küçük veda notları yazıp bıraktığını sonradan komşusu olan bir arkadaşımdan duymuştum. Yine iş yerimde bir hocamın emekli olurken kendi eliyle yaptığı kâğıt içi keklerle ve küçük notlarla odalarımıza gelip her birimizle helalleştiğini hatırlıyorum.
Veda yemeklerinde samimiyetle ve ayrılığın olağan hüznüyle edilen güzel sözler; beraberken kırılıp dökülen ne çok şeyi tamir eder, derler toplar. Geride kalana en kötü hâlde bile “İyi insandı, yolu açık olsun!” demek düşer.
Son noktayı koymak, hasılaya varmak ve bir imza atmaktır. Konuşurken kelimelerdeki vurgu son seste veya son hecededir genellikle ve son cümleler o denli önemlidir ki meselenin özünü saklar. Hatırlayın, kitap bölümlerinin son paragraflarını çizeriz genellikle, mektubun son cümlelerindedir hasret, sitem ve dualar. Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine diye biten bir masal, mutlu son için verilen bir mücadeleyi de işaret eder mutlaka.
Klasik şiirimizde ya da halk şiirinde şairler son mısralara kendi isimlerini yerleştirirler, unutmayın ben buradayım, bunu ben yazdım derler. Fuzuli bitmek bilmeyen sevdasını anlatan “Beni candan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı / Felekler yandı âhımdan murâdım şem’i yanmaz mı” beytiyle başlayan meşhur gazelini bitirirken makta beytini bakın nasıl da bercesteye dönüştürmüş: “Fuzûlî rind-i şeydâdır hemîşe halka rüsvâdır / Sorun kim bu ne sevdâdır bu sevdâdan usanmaz mı”. İşte böyle, asıl söyleyeceğimizi genelde sona saklarız, derdimizi biterken dile getiririz ve bunu ne kadar incelikle söylersek o denli derin bir iz bırakabiliriz.
Gerçeğin gizlendiği, iki tarafın hatta bir kalabalığın çok iyi bildiği ama dile gelmeyen bir derdin, ağza alınmadan korkuyla yüreklerde saklanıp kaldığı, -mış gibi yapılarak bitirilen beraberlikler geride bir tortu bırakır. Bu örtülü kırgınlıklar, bitişi sessiz ve bazen kaba kılabilir. Ancak sıkıca sarılmak; yorduysam, üzdüysem mazur gör, demek; ben senden razıydım Allah da senden razı olsun, işin gücün rast gitsin, iyilere yoldaş olasın demek, başka bir şekilde tekrar bir araya gelmeyi umduğunu dillendirmek çok mu zor? Evet, bazen çok zor. Ancak Rabbimiz İsrâ suresinin 80’inci ayetinde şöyle niyaz etmemizi ister bizden: “Ve şöyle niyaz et: Rabbim! Girilecek yere doğrulukla girmemi, çıkılacak yerden de doğrulukla çıkmamı sağla, bana tarafından yardımcı bir güç ver!” Buradaki doğruluğun, dürüstlük kadar iyiliği de içermediğini düşünemeyiz. Eğer bir ilişkiden, beraberlikten, ortaklıktan doğrulukla çıkmak istiyorsak inceliği efendiliğin şiarı etmeyi, bir helallik dilemeyi, rıza ile tamamlamayı ne kendimize ne de karşımızdakine çok görmeye hakkımız var mı?