Bir Vedaya Uyanmak

Harflerin kadrini göremeyen zavallı elimden bıraktım kalemi. Şeffaf kanatlarına aldırmadan bal peteklerine dalan sineğin avazı çıktığı kadar haykırıp ölmesi, bala gömülmesi dışında lezzetli midir? Bir damla bal peşinde giden ömürlere yanmak için kaç ömür daha gerek? En geniş malumat değil mi ihtiyarlık? Sayfa sayfa açılmaz mı nasibin peşinde dürülmüş nemli defterler? Oysa dilimde dönüp duran, bir erimez halka şekerdi umut.

“Allah’ın sana verdiğinden ahiret yurdunu kazanmaya bak ve dünyadan nasibini unutma! Allah’ın sana ihsan ettiği gibi sen de insanlara ihsanda bulun. Yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışma! Şüphesiz, Allah bozguncuları sevmez.” (Kasas, 28/77)

Allah verir. Çiçeğe hem açmayı hem solmayı, böceğe hem yürümeyi hem uçmayı, döşeğe hem ölümü hem uyumayı verir. Allah sunar; çeliğin soğuğunu, elmasın keskinliğini, suyun ısrarlı yolculuğunu... Her şey bir şeyi anlatmak içindir aslında. Ahengin parçası ol ama evvelden benliğini dolaştıran ukdeleri çözerek. Dünyadan nasibini al elbet, dağılmayan dikkatle ötesini de hedefle. Ahenktir gönlü sükûna erdiren, aynı dalda aynı rüzgâra yaralarını teslim etmiş sonbahar yaprakları misali. Hışırtılarla toprağa kavuşuncaya dek…

Ömrün bütün dikenlerine denk gelmişken Hakk’ın ihsanını yâd edivermek, başımdaki yeis bulutunu erdemin kırk şakıyışlı kuşlarıyla dolu bahçesine doğru üfledi. Saatlere bakıp zamanı ölçen insan, dünya hududundaki nöbetinde ömrün kana kana akışını gözlediğini ne zaman fark edecekti? Ne zamana hüküm geçerdi ne de neşeyi türkülerden öğrenmiş benim gibi bir yorgunun kalbi, savrulmaktan kurtulabilirdi.

Cama başımı yaslamışken görüyorum ki Güvercin Dede, soğuktan morarmış ellerine sıcak nefes üfleyen çocuklara iri iri dilimlediği sarı ayvaları pay ediyor. Öte yandan da bir dervişe düşüyor kelamının yolu. Takma dişlerini, karanlığın ırağında salkımlanmış üzerlik demeti gibi şıngırdatarak anlatıyor:

Eskinin de eskisi varmış bir vakit. Garip kör dervişe gül fidanlarıyla meşbu bahçeler emanet edilmiş. Derviş görmezmiş, bilmezmiş de “Hiç dikenden gül olur mu?” diye diye dikenleri budayıp sulamaya gayret edermiş. Elleri, allı morlu basmalar gibi iyileşip yeniden açılan, rengi rengine sokularak benzeşen yaralara karılmış. Ne zaman ki dikenler çiçeklenecek, kör dervişin vazifesi de tamama erecekmiş. Su kana, toprak cana karışadursun; dikene gül makamı epey gecikmiş. Ah, derviş neylesin; sağa dönse diken sola dönse diken! Çare makamına hasretlik ne garip dertmiş. Derken bir gece ansızın diken çiçeğe duruvermiş. Kör derviş duymuş bir güzel koku… Yer ile gök dolmuş bir güzel koku… El yordamıyla aranırken çiçeğin boynunu çıt diye kırıvermiş. Velhasıl çiçeği de diken bilmiş derviş. O gün bugündür, kör dervişler çiçekleri diken diye hep ezip geçmiş.

Çocukların taze dişleri arasında ayvanın sert kabuğu yumuşarken kör derviş misali elimde sımsıkı tuttuğum yeşil taşlara dönmüş dertlerimi saymaya başlıyorum. Onları dipsiz bir göle fırlatacağım. Dalgalanacak göl dertlerimi öğrendikçe, diyecek ki: “Yahu nice dert taşı ile taşladılar tepemi. Bu seninki de dert mi?” Her dağ kendi karına teslim ve her dağın bağrı nasibince kekiklenirmiş, şahitlik gerek.

Kalpler kırık, birileri ötekilere küsmüş. Hasretin bel kemiğine kazmayı vuranların boynu bükülmüş. İnsandır bu; hatırlamak üzere unutur, acıkmak üzere doyar ve vazgeçmek üzere sever. Dilinde daima tutacak ilaç sandıklarını, zehri sadece yutkunduğunda anlayacak. Ne beyaz hep beyaz kalır ne de siyah daima siyah. Değişiriz Güvercin Dede, sayfalarımız bazı parmaklarca açıla açıla eskir. Şiraze bozulmayagörsün... Dağılıyoruz, dağlana dağlana mühürlüyoruz bize varan yolun izbe tenhalığını. Oysa insan pek güzeldir Güvercin Dede; insan insana soluktur, candır. Bir zafer varsa şayet hiç incitmeden sevmenin ötesinde değil. Gördüm, halktan uzak duran Hak ile, Hak’tan uzak kalan halk ile huzura erecek.

Güvercin Dede, hızlanmasına müsaade etmeyen yılgın dizlerini her üç adımda bir durup gelişigüzel ova ova ulaşıyor caminin geniş avlusuna. Gün ağardı, en güzel derstir esasen gecenin gideceği demlerde aydınlığın dalgalanarak yer ile göğü boyadığı vakitler. Kareler ekleniyor ardı ardına kâh hüzünle kâh neşeyle… Âdemoğlunun da yarısı gün yarısı gece…

Darısını savurdu. Dünyanın diken bahçesi olduğunu en iyi bilenler yaraları en derine ulaşanlardı. Tomurcuk çiçeğe döndüğü vakit, oncağızı görmek dikenlere en ziyade tahammül gösterenlerin hakkıydı. Anladım Güvercin Dede yahut sen pekçe anlattın: Geçici dünyanın verdiği her şey dikense ruhlar o dikenlerin çiçek açacağı yere sevdalı.