ABDULLAH KASAY
Doğu Avrupa’da modern sinema geleneksel ve modernin, mit ve dinin çatışması ile politik ideolojilerden doğmuştur. I. Dünya Savaşı Almanyası’nda halkın moralini yükseltmek için sinema hükümet tarafından bir propaganda aracı olarak düşünülür. Alman sessiz sinemasında ortaya çıkan dışavurumcu tarz, deneyimlerin gerçekliğini, yüzeysel bir gerçekçilik aracılığıyla değil temel dünya deneyimini açığa çıkararak temsil etmeye çalışır. Dışavurumcu tarzla modern toplumun bir tür delilik hâli olarak temsil edilmesi arasındaki bağlantının altı Metropolis filminde biraz daha çizilir.
Baktığımız zaman Metropolis filminin açılışı endüstriyel sistemdeki dönüp duran makineler yani toplumsal düzendeki kapitalizm ile başlar. Saat vurgusu zamanın hızla aktığına atıfta bulunur. Modern Zamanlar filmiyle benzerlikler görürüz. Vardiya değişimi, mahkûm gibi işçiler, tek tip robotlaşmış insan modeli vurgusu ve bazı makineler için çok fazla fiziksel çaba gereksinimi harmanlanmıştır. İşçiler ölse bile çark aynı hızla dönmeye devam eder, sistem işler. Çıplaklık ve giyiniklik, işçilerinin isimlerinin olmayışı ve numaralandırılmaları da yine bu işleyişte insanların üzerindeki baskılara gönderme yapar. İlk bakışta pek de yabancısı olmadığımız bu dünya tasarımı, günümüzde de tartışılan transhümanist dünyanın “antik çağı”ndan çok daha fazlasıdır. Zira edebî metinlerde doğrudan 1984 romanına yapılan atıfların, böylesi bir dünya tasarımıyla çok daha erken karşılaşması Metropolis’i bizim için çok daha anlamlı kılar.
Her büyük tasarımda olduğu gibi bu tasarımın da merkezinde tek bir kişi vardır. “Big Brother” göndermesi ile de düşünürsek, büyük patron veriyi işleyen, kontrol eden ve onu yöneten kişidir. Ve şehrin beyni otokrat kimliği ile siyasal manada da birçok mesaj verir.
Fakat bu düzenli tasarımın bazı “bug”ları vardır. Olası bir kaza ya da isyan, şehrin işleyişinin bozulmasına teşnedir. Tam da bu noktada M-Makine çok sayıda işçinin ölümüne sebep olarak patladığında, John’un endişesi derinleşir... Bir başka “bozuluş” da bizzat John’un “imtiyazlı oğlu” Freder’in, işçilerin üzerindeki tahakkümü görmesiyle başlar.
Elbette şehirlerin ne kadar kontrol edilirse edilsin gizil yerleri vardır. Bu gizil yerler mitsel bir anlamı da imler. Yeraltında işçiler “robotik” kodlarından ayrılıp insan olma bilincini yaşarlar. Bu yer altı, aynı zamanda insanın tarihselliğine de bir göndermedir. Her ne olursa olsun insan “köklerine” dönmelidir. Bu keşif Rotwang ile gerçekleşir. John ise çok zaman öncesinde Hel’i Rotwang’dan çalan kişidir ve Hel, Freder’i “bir hatırlama biçimi olarak” ardında bırakmıştır. Rotwang’ın eski ama modern evini kentin merkezine yerleştirir. Burası ayrıca bir “bilim evi”dir. Üretim burada gerçekleşir ve Hel aynı zamanda bu üretimin esas öznesidir. Fakat bu üretim aynı zamanda Maria’ya benzetilecek olup, işçilerin tek “manevi habercisi” yok edilecektir. Bu şekilde “sistem” sürdürülebilir kılınacaktır. Fakat bu aynı zamanda bir felaket tetikleyicisidir. Zira robot (Maria) modern zaman ritüelleri gibidir. İşçilerin başını döndürür ve sistem error verir. Tüm bu kaos aynı zamanda kıyamet habercisi gibidir ve bir arabulucuya ihtiyaç vardır. Bu isim Freder’dir. Freder “inandığı” Maria’nın peşindedir daimen ve bu inanç, bu kaosu düzeltecek tek diri mekanizmadır.
Baktığımız zaman, imgelerle dolu filmin Aydınlanma sürecinin sancılarını çeken Batı düşüncesinin “tashih” ediciliğine büründüğünü söyleyebiliriz. Zira Batı düşüncesi birtakım krizlerle karşı karşıya kalmıştır ve Frankfurt Okulu gibi mekanizmalar bu kaostan bir çıkış yolu üretmeye çalışır. Aynı dönem yaşanan bu faaliyetler sinemada da etkisini göstermiştir ve Metropolis bu bağlamda güçlü bir temsildir. Modernite (ya da endüstriyalizm), sosyolojik manada; Batı’da 17. yüzyıl civarında ortaya çıkan, zamanla dünyaya yayılarak etki alanını genişleten toplumsal değerler sistemidir. Modernitenin başlangıcı ya da bitişi olmasa da sonuçları çok daha geniş bir alana yayılır. İlerlemeci düşünceyle hareket eden modernite felsefi farklı karşılıklar içerir. Modernlikse dinî, siyasi ya da sosyal birçok anlamıyla beraber; “şimdiki zamanın ya da hâlihazırda olanın temel özelliklerini, yeniliği, onu kendisinden önceki çağ ile karşılaştırmak suretiyle kavrama fikrini ifade eden, modern toplumların temel ve olmazsa olmaz özelliklerini betimleme tavrı; bilimsel ve teknolojik akılcılaşmanın sosyal yaşamın her alanına yaygınlaşması” olarak ifade bulur. Bu bağlamda Metropolis tüm bilimselliğin toplumsal alana yayılmasını imlemesi bakımından “modernist bir tavır” içerir.